24 Şubat 2011 Perşembe

ÖNDEKİ ARACI TAKİP ET


Siz hiç filmlerdeki gibi bi aracı taksiyle takip ettiniz mi? Ben ettim valla, hem de bir belediye otobüsünü. Yine kulağa aptalca geliyor biliyorum ama benim başıma gelen hikayeler kulağa hep tuhaf geliyor ama tümünü anlatınca kendi içinde bir bütünlüğü var yemin ederim.
Hayatta en dayanamadığım, baktıkça kendimden geçtiğim kişisel eşyalarım ayakkabılarımdır. Her hafta bir ayakkabı alsam yine de sıkılmam o kadar yani. Gerçi bu aralar ayakkabı perhizindeyim, yeni evimde koyacak yer bulamıyorum. Hepsi gözümün önünde olmayınca da hatırlayıp giyemiyorum. Neyse uzun lafın kısası ayakkabılara aşığım ve o dönem yeni bir ayakkabı almışım. Böyle siyah, yüksek ökçeli, bilekten bağlamalı, fiyonklu Guess marka nefis bi parça. Ankaranın çukurlu yollarında yürüyemediğimden mücevherlerimi torbaya koymuşum, ayağımda siyah spor ayakkabılarım var. Tüm şıklığım torbadaki mücevherler ayağımda olmadığından bozulmuş, hızlı hızlı yürüyorum kızı okuldan alıcam. Alıyorum da nitekim, anneme gitmek için 413’ e biniyoruz. Bilenler bilir, 413 Çankaya civarında en çok geçen otobüstür, her 3-5 dakikada bir yeni bi tanesi geçer. Kızla bir yer bulup oturuyoruz, bayağı tıklım tıklım otobüs. Durakta indiğimizde elimde torbamın olmadığını farkediyorum. O anki yaşadığım ani üzüntüyü kelimelerle ifade etmem mümkün değil gerçekten. Yani sanki yangında tüm malımı mülkümü kaybettim, üstüne de beni işten attılar. Koşarak kızı annemlere bırakıyorum, ben hoooppp bi taksiye atlıyorum. “Önümüzdeki belediye otobüsünü takip et” diyorum şoföre.
“Hangi belediye otobüsü apla?” diyor.
Adam haklı önümüzde bi belediye otobüsü filan yok nitekim.
“Sen sür, biraz hızlı sür hatta. Karşımıza çıkacak birazdan”
O kadar endişeliyim ki, tüm yol boyunca hop oturup hop kalkıyorum. Nihayetinde bir 413’e rastlıyoruz.
“Önüne kır” diye hafif bir çığlık atıyorum.
Tam durağın önünde hakkaten de otobüsün önüne kırıyor. Koşarak otobüse biniyorum. O kadar telaşlıyım ki, yolcular bana müsaade ediyor. Şoföre biraz önce o otobüsten indiğimi, elimdeki torbayı unuttuğumu söylüyorum. Sonra da kalabalığı yararak oturduğum yere geliyorum. Ama torba morba yok tabii. Koşarak iniyorum. Kendi taksime atlıyorum tekrar. Bu arada benim taksi tüm trafiği dağıtmış, dörtleri yakmış beni bekliyor.
Şoföre:
“Bu otobüs değilmiş, daha hızlı sür bir öndeki olmalı” diyorum.
“Apla sen 413 den bahsediyorsun, her beş dakika da bir geldiği hesaplanırsa bizim senin torbayı unuttuğun otobüse ulaşmamız pek mümkün değil” diyor.
Sinirli bir şekilde “sen devam et” diyorum. Fikrini soracak olsam zaten sorardım di mi cık cık cık.
Bir, iki, üç, beş tam altı tane 413 durduruyoruz yol boyu. Adam iyice meraklanıyor. Ne olabilir ki o torbanın içinde? En sonunda dayanamayıp soruyor. Ne diyeceğimi şaşırıyorum. Ayakkabılarım desem, hayatta bir ayakkabı için gösterdiğim çabaya inanmaz. Zaten ben de o kadar koket görünmek istemiyorum. Hemen hızlıca bişeyler yazmaya çalışıyorum ama nafile. Hadi çalıştır saksıyı Banu. Birden meraklı gözlerle bana dikiz aynasından bakmakta olan şoförüme yaşlı gözlerle bakarak karşılık veriyorum.
“Geçen sene kaybettiğim babaannemin bana aldığı son hediyeydi”.
“Çok üzüldüm apla, başın sağolsun” diyor.
Ohhh zekice bir hareketle adamı savuşturdum. Gerçi “neydi o hediye apla?” diye sorsa sıçmıştım biraz ama neyse.
Velhasıl 6-7 otobüs durdurduktan sonra adam vazgeçmemizi söylüyor.
“Nereye parkeder otobüsler işleri bitince?” diyorum.
“Altınpark” diyor. Ama yüzünde pis bir gülümseme var.
“Tamam Altınpark anasının nikahı biliyorum, taksi parası bayağı bir yüklü tutacak. Ama şuan elimde hiçbirşey yok diye” düşünüyorum. “Zaten yolun yarısına geldik, en azından torbamı bulma şansım hala var”.
Bir yandan akşam bayağı da bastırıyor. Kızımla ve annemle sürekli telefondayım. Ya nedir bu akşam akşam başıma gelen.
Otobüslerin durduğu yer hiç de hayalimdeki bir yer değilmiş ki. Böyle sıra sıra ceset otobüsler yolun kenarına dizilmişler. Ufacık bir klübe var içinde soba yanıyor. Sobanın başında otobüs şoförü amcalar. Nerden mi biliyorum? Yüzüme o ağlak ifadeyi takarak içeri girdim taksiden indikten sonra. Kırmızı paltolu, ağlak suratlı, 30 lu yaşlarda bir kadının öyle fütursuzca içeri girdiğini gördüklerinde yerlerinden kalktılar. Artık biraz da kaşarlanmış olan hikayemi onlara da anlattım. Durumuma öyle çok üzüldüler ki, kendimi nefret edilesi hissettim ya. Offf offf.
Neyse tüm otoobüsleri aradık. Yok yok yok. Benim cici, güzel, harika, 40 numara pabuçlarım muhtemelen onların güzelliğinden hiç anlamayan salak bir karının kolunda gitti. Hay Allahım çıldıracağım yahu. Ayakkabılar gitti bir de 60 TL kaçtı bana. O an gerçekten japon çizgifilmlerindeki kahramanlar gibi iki yandan gözyaşlarımı fıskiye misali fışkırtırcasına ağlamak istiyorum. Durumuma öyle çok üzülen bir şoför amca “hadi sakinleş kızım seni evine bırakalım” diyor. “Tamam” diyorum boyun eğerek. Beni 413 numaralı halk otobüsüyle eve bırakmalarına müsaade ediyorum.
Şaka yapmıyorum eve halk otobüsüyle bırakıldım. Ve hikayenin en ama en güzel tarafı aklımda yanan bir ampül sayesinde neredeyse çığlık atacak olmamdı. . Hani geçmişte olanları tek tek tararsınız ya, bende aklımda öyle bir tarama yaptım nasıl bırakmış olacağıma dair. Veeee bingo! Saniye saniye gözümün önüne geldi görüntüler, Kızı ve montunu alıyorum. Montu giydirirken ayakkabıları kreşdeki sandalyeye bırakıyorum. Ayakkabılar kreşteeeeJ Hay Allahım sen ne büyüksün Şoför amca beni dikiz aynasından dikizlerken yüzümdeki kocaman gülümsemeye engel olmam çok zordu ama nasıl sevinmezdim ya. Neyse bu hikaye de böyle bitti.
Elimde Guess ayakkabılarım, kıçıma kaçmış 60 TL veeeeee Amerikan filmlerindeki gibi hep yaşamayı arzu ettiğim bir kovalamaca sahnesi. Hmmm hiç fena değil…

9 yorum:

dedeinan dedi ki...

suç ne sende ne sizde.... suç o elmayı havva anamızın elinde görünce kaçmayan, saf saf bakıp noolcak acaba bu elma diyen..havva anamız kollarını kavuşturup "ademmm.. ben elmayı yedim.. bilmiyorum artık.. " deyince tıs tıs gidip bi ısırık alan o adem babamızda... dünyanın hakikaten sizin yüzünüzden böyle olduğuna inanmaya başladım.. allah bizi ıslah etsin..

aslı dedi ki...

Seni ve hikayelerini sefiyorum Banuuuuuu!!!!!!!!!!!!!!

Zeynep

Biyolojikanne dedi ki...

Ben de seni pek seviyom bebeeemm

Biyolojikanne dedi ki...

Ya Dede sen ne demek istiyosun, yemin ederim ben hiçbi bok anlamadım ya:)))) Nesi varmış dünyanın. Böyle hikayeler yaşanmasa keyfi nerde kalır????

Unknown dedi ki...

Bence senin 40 numara pabuçların onların güzelliğinden anlamayan bir karının değil, bir travestinin kolunda gitmiş olabilirdi. 40 numara kadın ayağı mı olur beeee.

Biyolojikanne dedi ki...

Sehabi, senin zamanında yani milattan önceki dönemde kadınlar 35-36 numara ayakkabı giyerlerdi, şimdi hatunların hepsi 39-40 giyiyor. Yaşlılık zor ya farkındayım ama üzülme ben seni böyle de kabul ettim.

Adsız dedi ki...

senin bende tanimadigin bir noktada bende yazarim.7000 kusur kitap okumuslugum var nasil saydin deme bir gun anlatirim.Sana sunu soylemek istiyorum kelimelerinle insanlari o taksinin icine sokabiliyorsun ,okuyanin beynine yasanan sahneleri oyle guzel kaziyorsunki bir anda alacakaranlikta o son durakta cay icen soforlerin odasinin kesik sigara ter ayak karisimi kokan havasi burnuna geliyor insanin,yada unuttugumuz bir seyi hatirlama anindaki saskinlik ve o tuhaf hissi yasatiyorsun ayakkabilarini hatirlarken bir cok basilmis kitapta yazarlarin cizemedigi tabloyu tamamlamissin,senin kitabini derlemek bana nasip olacak sanirim

Biyolojikanne dedi ki...

Bunlardan kitap mı olur yahu:)))

Adsız dedi ki...

Burada çiziktirdiğim bütün bu yahniler benim yaşamımın deneyimlerinin, tecrübelerinin bir kaydından başka bir şey değildir...Montaigne
senin bir bujiye(atesleyici) ihtiyacin var sadece, birde at gozluklerini cikarmaya... unutma kasikci elmasi 12 kasikla takas edilmis ilk sahibi tarafindan,sen elindekinin ne oldugunu bir bilsen...

Yorum Gönder

 
;