Tıbbi olmayan tanımıyla yakını görememe hastalığına hipermetropi
ve gözünde böyle bir kusuru olan kişiye de hipermetrop denir. Ben de sanırım
özel öğrenme güçlüğü var. Sağımı solumu bir türlü öğrenemediğim gibi bu “miyop”
hipermetrop” ayırımına da kafam basmıyor maalesef. Nedense yakını görememe
durumuna beynim “miyop” tanımını daha çok yakıştırıyor, az daha hikayenin adını
“aşk miyobu” koyacaktım da, ne çok kafa karışıklığına neden olacaktı maazallah.
Allahtan Hz. Google’a danıştım da şıp diye hem tıbbi hem de tıbbi olmayan bir
tanı sundu önüme. Tıbbi tanı hikayeyi zorlar, siz okuyucuları kasar diye böyle
basit bir tanı buldum. Tamam itiraf ediyorum tıbbi tanı sizi değil asıl beni
zorlayacaktı. Retina, kornea, diverjan
falan filan gibi kelimeler geçecekti içinde ve ben yazmakta bile zorlanacaktım,
bırakın açıklama yapmayı. Öyle işte yani, hipermetrop yakını görememe hali, siz
de öğrendiğinize göre hikayeme dönüyorum.
Mekan Ankara Mezzaluna. Karşımdaki 50’li yaşlarda beyaz, erkek.”
Hoop kızım, bu nasıl tanım, Amerika’da mıyız?” demeyin duyuyorum. Valla Amerika
içimizde; özentilikten her iki kelimemizin biri ve hatta tüm tabelalar ingilizceyken böyle replikleri
duymak sizi yadırgatmasın. Geçen gün, Karadenizli olduğunu tahmin ettiğim bir
arkadaşıma sanki çok doğalmış gibi “sen kuzeyliydin di mi?” diye sordum. Evet
kuzeyliyim ve üç blok ötede oturuyorum” dedi hazırcevap insan dalga geçerekJ Yine konudan
uzaklaştım, kelimelerimden hızlı çalışan beynime yetişemiyorum bazen. Neyse
karşımda oturan iş arkadaşımın bana yemek sözü vardı. Mezzaluna’yı seçtik
beraberce. Zira italyan yemekleri kendimden geçiriyor beni, burası da hakkını
veriyor doğrusu ancak çok pahalı. Arkadaşımın ısmarlayacağını bilmenin
rahatlığıyla daha menüye bakmadan risotto ısmarlıyorum. Hem de deniz ürünlü.
Bak şimdi yazarken bile ağzım sulandı. Yemekler gelmeden önce zeytinyağı ve
harika bir ekmek geliyor. Ekmeği zeytinyağına banarken hayat daha bir tozpembe görünüyor.
Konu konuyu açıyor ve büyük ihtimalle bu tozpembeliğin etkisiyle aşktan
bahsediyor buluyoruz kendimizi. “Aşk” deyince yüzü aydınlanıyor sanki
arkadaşımın. Evli ve iki çocuklu olduğu için “aşk” lafı onun ağzından dökülünce
biraz garipsiyorum nedense. Sanki evli insanlar hiç aşk yaşamazlar gibi, “anne
babalar sevişmez” yargısının başka bir versiyonu sanırım bu.
“Ah” diyor “ah aşk
gibisi var mı?. Ben az daha harika birşey yaşamaktan kendimi alıkoyacaktım
gözümün önündekini görememek yüzünden!”
“Ne oldu ki?” diye soruyorum ağzıma koca bir lokma zeytinyağına
bulanmış ekmek atarken.
Başlıyor anlatmaya. Bense onun gözlerindeki bir parlayıp bir
sönen ışığa odaklanıyorum.
Üniversite yıllarıymış. Okulun havalı kızlarından birine
platonik olarak fena halde tutulmuşmuş. Kızın bir de sevgilisi varmış ki
akıllara zarar. Habire kavga ederlermiş arkadaşımın önünde. Arkadaşım tam kıza
açılacakken bir kavga patlak verirmiş, arkadaşım doğru zaman olmadığını düşünüp
açılmaktan vazgeçermiş. Aşıkmış ve kavuşamıyormuş ama kendine hayatı zehir
edecek kadar da ahmak değilmiş. Bir yandan okul bir yandan koro çalışmaları tüm
vaktini alıyormuş. Koroya birllikte katıldığı yakın bir kız arkadaşı varmış.
Bir başka çocuk, benim arkadaşım ve bu yakın kız arkadaş hep beraber gezer, tüm
vakitlerini beraber geçirirlermiş. Bir gün arkadaşımın bekar evinde yine
toplaşmışlar, söyleyecekleri bir şarkı üzerine konuşuyorlarmış. Diğer çocuk işi
olduğu için ayrılmak zorunda kalmış. Benim arkadaşımla, kızcağız yalnız
kalmışlar. Hararetli bir konuşmanın ardından bir sessizlik olmuş. Kızcağız
arkadaşımın gözlerinin içine derin derin bakarak “ben senden çok hoşlanıyorum”
demiş. Arkadaşım bu karşısında oturan, 84 kg luk kızcağıza şöyle bir bakmış. O
ana kadar ona hiç, bir kadına bakarmış gibi bakmadığını farketmiş.
Fakat düşünmüş. Bunca zaman okuldaki havalı kızdan hoşlanmış da ne olmuşmuş.
Kendisinin varlığının farkında bile değilmiş. Ama karşısında oturan kafaca çok
anlaştığı bu hatun ona aşkını itiraf ediyormuş, denese ne çıkar diye geçirmiş
aklından.
“O ana kadar yemin ederim bir kerecik bile aklımdan geçmemişti
ama sadece ilişkiye bir şans vermek istedim. Büyük bir riskti aslında ve eğer
olmasaydı o zaman da çok sevdiğim bir arkadaşımı kaybedecektim. “ diyor
pizzasından koca bir dilim ağzına atarken. Gözüm kalarak sözlerini başımla
onaylıyorum.
“Aşkını itiraf ettikten sonra eğilip beni öptü. Ve ben o ana
kadar hiç yaşamadığım bir duygu tecrübe ettim. Tüm bedenim sarsılıyormuş, sanki
etrafımızda havai fişekler atılyormuş gibiydi. Kelimelerle ifade edildiğinde
anlamını yitirdiğini biliyorum ama inan Banu o sarsılma anını ifade edebilecek
bir cümle kuramıyorum.”
Dinlerken tüylerim diken diken oldu, elektrik çarpılmasına
benzer bir his olmalıydı ve ben böyle bir his yaşamamıştım daha önce.
Sadece yemek yemek, okula gitmek ve zorunlu ihtiyaçlarını
karşılamak için çıkıyorlarmış odadan. Yalnız sevmek ve dokunmak varmış. Bu
sevişgen durum bir seneden fazla sürmüş.
Biraz kıskançlıkla sözünü kesiyorum, zira bu harika şeylerin bir sonu olmalı. Hiçbir mutluluk sonsuza dek süremez!
Biraz kıskançlıkla sözünü kesiyorum, zira bu harika şeylerin bir sonu olmalı. Hiçbir mutluluk sonsuza dek süremez!
“E peki ne oldu sonunda?”
“Beni Ahmet denen bir herif yüzünden terketti”.
Doğrusu bir ayrılık bekliyordum da böyle alçakca bir davranış
beklemiyordum açıkçası. Ve bir kadın olarak, 84 kg lik hiç de güzel
standartlarına uymayan bu kadının nasıl da erkekler tarafından bu denli
beğenildiğine akıl sır erdiremedim.
Arkadaşım terkedildikten sonra kendini eve hapsetmiş. Yemeden
içmeden kesilmiş, tüm dünyayla bağlantılarını koparmış. Ve hergün bıkmadan
usanmadan hayatının aşkının geri dönmesini beklemiş. Dönmüş de sevdiceği, tam
da arkadaşım evinde aylar aylar sonra bir kız arkadaşını ağırlarken. Hayat bu
ya, beklediğniz gelmez gelmez tam da sizin için uygunsuz bir zamanda ortaya
çıkıverir. Arkadaşım karşısında aşkını görünce dili tutulmuş, konuşamaz olmuş .
Kadınsa edepsizce içerideki kadını kastederek bağırmaya, hesap sormaya kalkmış.
Arkadaşım sakince, seni böyle hatırlamayım diyerek, kadını oradan uzaklaştırmış ve o gün
birbirlerini son görüşleri olmuş.”
Dinlerken fena oldum. Dinlediğim bu aşk karşısında karışık
duygular hissediyordum. Hem saygı duyuyor, hem kıskançlık hissediyor hem de şaşkınlığımı
gizleyemiyordum.
“Peki” dedim “sonunda bunca acı tecrübe yaşamışsınız. Hiç
tanışmamış olmayı diler miydiniz?”
“Asla” dedi kendinden çok emin. Yaşadığım o kötü tecrübeye kadar
hissettiğim mutluluğu birdaha hiç yaşamadım ve bunları yaşayamadan ölebilirdim
de, nitekim dünyadaki milyonlarca insan hiç tecrübe etmeden göçüp gidiyor bu
hayattan. Sonunda kötü şeyler yaşayabileceğini düşündüğün için kendini güzel
şeylerden mahrum bırakmak delilik olur!”
“Ve sana bişey söyleyim mi Banu” diye sözlerine devam etti. “Bazen
insan tam burnunun ucundakini göremiyor. Sana en büyük tavsiyem etrafına iyi
bakman ve gerekiyorsa bir gözlük takman zira aşk hipermetrobu olabilirsin!”