tag:blogger.com,1999:blog-3802177353283118712024-03-13T14:26:02.742-07:00Biyolojik AnneBiyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.comBlogger145125tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-253776073501664152017-12-06T22:30:00.004-08:002017-12-06T22:30:47.831-08:00DOLMUŞ AŞKINA<span style="font-size: large;">Yağmurlu bir akşam okul çıkışı yarım saat dolmuş bekleyince Derin: "Sevdiğim yok ama uzaktan sevip sevdiğinin sana yüz vermemesi nasıl bi'şey anladım ben anne. O boş gibi görünen dolmuşlara ümitle bakarken beni kale almayıp yanımdan nasıl hızla geçtiler biliyor musun?"</span><br />
<span style="font-size: large;"><br /></span>
<span style="font-size: large;">Yağmurlu bir akşam ergen kızı eve yarım saat geç gelip bu hikayeyi anlatınca ben: 😳</span><br />
<span style="font-size: large;"><br /></span>
<span style="font-size: large;">Dolmuş aşkına!!! 😁😁😁</span>Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-42648724124210980332017-02-24T07:06:00.000-08:002017-02-24T07:06:37.015-08:00<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-b5Mq0C_fQcQ/WLBL979NB5I/AAAAAAAAAmk/sK06eAaE42A4GIruKYKViVhsZ9rsUoScgCLcB/s1600/Unknown.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://3.bp.blogspot.com/-b5Mq0C_fQcQ/WLBL979NB5I/AAAAAAAAAmk/sK06eAaE42A4GIruKYKViVhsZ9rsUoScgCLcB/s1600/Unknown.jpeg" /></a></div>
<div style="color: #1d2129; font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; margin-bottom: 6px;">
<span style="font-size: large;">Yaşam dersleri almak için Hindistan'da aşrama kapanmana gerek yoktur. Bazen basit ev hallerin bile aydınlanmanı, senin realitenin ötesindeki gerçekleri fark etmeni sağlar. </span></div>
<div style="color: #1d2129; font-family: Helvetica, Arial, sans-serif; margin-bottom: 6px; margin-top: 6px;">
<span style="font-size: large;">Misal; mor battaniyenin altından çay koymak için ayağa kalkıp, salonda anlamsızca duran tuzluğu eline alır, su ısıtıcısına suyu koyarsın fakat dönüş yolunda, çalışırken aniden duran 15 yıllık emektar çamaşır makinesinin çalıştırma düğmesine bininci kez basarsın. Geçerken kızının odasına uğrayıp tuzluğu on<span class="text_exposed_show" style="display: inline;">un masasına bırakır, banyoda nedensiz yere saçını düzeltirsin. Yolda karanlığı dost bilerek oyun olsun diye pusu kuran kediyi ıslak mama vermemekle tehdit edip kıçına bir şaplak atar, ışığı yakmak yerine, patinaj yaptırmayı seven koridordaki ufak kırmızı halıyla cebelleşip, bazen bir orkestradan bile güçlü ses çıkaran buzdolabından küçük soğuk yeşil soda şişesini alarak neşeyle yerine oturursun! </span></span></div>
<div class="text_exposed_show" style="color: #1d2129; display: inline; font-family: Helvetica, Arial, sans-serif;">
<span style="font-size: large;"><div style="margin-bottom: 6px;">
Hayat çoğu zaman farklı bir niyetle harekete geçmene rağmen ilk amacından çok uzak şeyleri deneyimlemeni sağlar. Çay içecekken sodayla yerine oturduğunda, çamaşırları buzdolabına yerleştirmediğine şükredersin. Kızının masasına bıraktığın tuzluk şimdi olmasa bile bir gün mutlaka işe yarayacaktır. İşte bunlar hep aydınlanma<span class="_5mfr _47e3" style="line-height: 0; margin: 0px 1px; vertical-align: middle;"><img alt="" aria-hidden="1" class="img" height="16" src="https://www.facebook.com/images/emoji.php/v7/ffb/1/16/263a.png" style="border: 0px; vertical-align: -3px;" width="16" /><span class="_7oe" style="display: inline-block; width: 0px;">☺</span></span></div>
<div style="margin-bottom: 6px; margin-top: 6px;">
Mor Battaniye Altı Zihin İçi Sohbetleri Şubat 2017</div>
</span></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-60700219717207708532017-01-03T02:17:00.003-08:002017-01-03T02:17:38.535-08:00<span style="color: #454545; font-family: Helvetica; text-decoration: -webkit-letterpress;"><span style="font-size: large;">"Hadi" dedim "kalk saat 6:50" oldu!" "Hayır" dedi "ben 6:51'de uyanıyorum, saatimi kurdum senin beni uyandırmana gerek yok!". "6:51 ne ola ki?" dedim. Kendine verdiği ödül bir dakikaymış. 7:29 da gelen servisini dolayısıyla da daha şafak sökmeden çocukları ayağa diken okulu protesto ediyormuş. Hay Allahım Derin yaaa😂😂😂</span></span>Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-55409880026949970332015-12-14T03:38:00.004-08:002015-12-14T03:38:58.666-08:00<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-YXC4kozuZ8I/Vm6qSj3cp4I/AAAAAAAAAjU/4ThJNgF7obs/s1600/cinar.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="180" src="http://2.bp.blogspot.com/-YXC4kozuZ8I/Vm6qSj3cp4I/AAAAAAAAAjU/4ThJNgF7obs/s320/cinar.jpg" width="320" /></a></div>
<span style="font-size: large;">"Yalnızlık ve tek başınalık arasındaki farkı biliyor musun?" diye sordum kendini yalnızlık denizinde boğulmaya terk eden 12 yaşındaki ergen kızıma<br />"Evet." dedi<br />"Anlatsana biraz" dedim ufak da olsa bir farkındalık yaratmayı umut ederek.<br />"Tek başınalık kendi seçimindir. Bazen zevkli bile olabilir, yalnızlığınsa sorumlusunun başkaları olduğunu düşünürsün. Terk edildiğini sanırsın. Acı vericidir."<br />"Peki sen de şu yaşadıklarında tek başınalığının keyfini çıkarsan olmaz mı biraz?" diye sordum.<br />"Hayır" dedi, "Şu an yalnızlığımın sebebi olarak başkalarını suçlamak istiyorum."<br />Öyle şaşkın şaşkın baktım yine ben. Kimin farkındalığa ihtiyacı var Allah aşkına! Geçen konuyu konuşurken arkadaşlarımdan biri "Baba Çınar ağacı gibidir, meyve vermese de gölgesi yeter" sözünü hatırlattı. Ergen kızımla ilişkide Çınar ağacı gibi olmaya karar verdim. Dilsiz, meyvesiz ama kökleri magmaya, dalları gökyüzüne kadar uzanan, gölgesinde dinlendiğin, kucağında huzur bulduğun, kocaman bilge bir çınar ağacı...</span>Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-54129202438931612302015-12-09T05:34:00.000-08:002015-12-11T00:21:49.460-08:00<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-6SqKY35kVKQ/Vmgt076UYlI/AAAAAAAAAjE/e_Ru5VUvSC8/s1600/Tuvalet.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://2.bp.blogspot.com/-6SqKY35kVKQ/Vmgt076UYlI/AAAAAAAAAjE/e_Ru5VUvSC8/s320/Tuvalet.jpg" width="213" /></a></div>
<span style="font-size: large;"><br /></span><span style="font-size: large;">Saat 6:40 gibi bir şey. Gözlerim yarı kapalı olduğu için telefonun saatini ancak bu kadar görebiliyorum. Kendimi tuvalete taşımam lazım. Akşam yediğim karpuz boş durmamış, beni sıkıştırıyor. Karpuzun nasıl olup da sıvı halini koruyarak tekrar top şeklini alıp mesaneme yerleştiğini merak ediyorum. Hayır hamileliği hiç özlememişim ve evet küçük parmaklar feda etmek içindir. Ben de kapının eşiğine vurmak suretiyle sağ küçük parmağımı feda ediyorum. Gelecekte küçük parmaklarımız olmayacakmış haberiniz olsun bu arada, doktor olan bir arkadaşım söylemişti. Hatta neredeyse varlığı mikroskopla görülebilecek küçük parmağıma yarı tiksintiyle bakıp “sen evrimin bir parçasısın yakında küçük parmaklara ihtiyaç duyulmayacak” demişti de tuhaf bir gurura kapılmıştım evren beni seçti diye. Acısını dindirmek için ayağımı avucumda sıkıp bir yandan da sıçrayarak kendimi tuvalete atıyorum. Acısını dindirmek için ayağımı elime alıp sevgiyle sıktığım gibi kalbimi de sıkabilsem keşke diye geçiriyorum içimden.<br /><br />Kalbimi sıkamıyorum ama bacaklarım ve popomun bir kısmı ıslak klozetin üzerine yayılınca dişlerimi sıkıyorum. Baba ya…Unutmuşum ben erkeklerin klozetin kapağını kaldırmadıklarında kapağa damlattıklarını. Ve ayakta işeyemeyen zavallı dişilerin bu damlalardan nasibini aldıklarını. Bir hışımla salona gidip “Baba lütfen bundan sonra klozetin kapağını kaldırır mısın tuvaletini yaparken? Gerçekten çişin bacaklarıma bulaşmasından nefret ediyorum” demek istiyorum öfkeyle. Ama onun yerine “Ne kadar sallarsan salla dona düşer son damla” diyorum kendi kendime. Sabahın köründe, kocayla yapılacak kavgayı babayla yapmayım diye çişli klozette oturup kendi kendine kıkırdayan bir deliyim ben. Ayrıca karpuzun kendini kanalizasyona bırakması tahminimden uzun sürüyor. Bana dakikalar gibi gelen bir süredir buradayım. <br /><br />Kolumu biraz daha uzatabilsem şu şampuana uzanabilir miyim ki acaba? Bu arada hazır fırsat yakalamışken tüm şampuan arkası yazıcılarına sesleniyorum. Bence muhteviyattan daha eğlenceli şeyler yazmalısınız. Ne bileyim “Azimli sıçan betonu deler” gibi motive edici sözler ya da kıssadan hisse hikayeler filan belki. Okunmuyor sanıyorsunuz ama yanılıyorsunuz. Tuvalette elimiz kolumuz bağlıyken bazen çok sıkılıyoruz ve şampuanların, saç kremlerinin içeriklerini ezberliyoruz biz. Hatta bu konuda uzmanlığı olanlar bile oluyor. Onlar artık çoğu zaman duş jellerine filan geçmiş oluyorlar. <br /><br />Aaa hala orada bu arada. Göz göze geliyoruz. Daha doğrusu benim gözlerim onun üzerinde. Ne zamandır orada acaba üç gün mü oldu? Ya da beş? Milim kıpırdamamış. İçinden diş macununu çıkarıp dolabın üzerine koyarken bir süre sonra sıkılıp orayı terkedeceğini, yürüyüp gideceğini ummuştum. Ama yürümemiş. Diş macunu kutuları yürümüyordur belki de. Eğer yürümüyorsa bir süre sonra kendini imha ediyordur herhalde. Acaba kaç yüzyıl sürüyordur doğada yok olmaları? Evin çocuğu biliyor bence. Kılını bile kıpırdatmayıp ona söylenen hiç birşeyi asla yapmadığı, mesela bu kutuyu çöpe atmayı aklından bile geçirmediğine göre, onun bir süre sonra kendi kendini imha edeceğini biliyordur. Ya da belki de çocukların gözünün önünde bir perde vardır. Etrafta olan dağınıklık filan gibi şeyleri asla görüp farketmemelerini sağlıyordur. Bu perde anne olunca kalkıp gözler keskin birer dağınıklık ve çöp sensörlerine dönüşüyordur bilemiyorum. Baba olunca perdede yapısal bir değişiklik olduğunu sanmıyorum bu arada. Neyse sonuçta evin annesi olarak bu kutuyu yürütmek benim görevim tıpkı kendini yıkayamayan çamaşırları yıkamak, hareket edemeyen bulaşıkları makinaya dizmek, kendi kendini temizleyemeyen evi süpürüp silmek ve ayıklanıp bir çırpıda kendini pişiremeyen sebzeleri pişirmek benim görevim olduğu gibi.<br /><br />Bak yine sırıtıyorum. Evrenin son halkası olduğundan küpküçük parmaklı, kalbini de acıyan ayağı gibi eline alıp iyileştirmek isteyen, şampuan arkası okuyup, diş macunu kutularının yürüyebileceğine inanan, bir erkekle yaşamanın tuhaflıklarını unutmuş ve ev işlerine uyuz olan bir anneyim ben! Bir mesane boşaltım süresince tüm hayatım bir film şeridi gibi zihnimin kıvrımlarından akıp gidiyor. Belki de ölmek böyle bir şeydir. Hadi kalk felsefe yapma duş al duş!!!</span>Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-54826912992489116992015-08-11T23:17:00.000-07:002015-08-11T23:22:25.286-07:00ÖZBENE HİTABE<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-9tXw7fFoZd8/Vcrk8TPn0BI/AAAAAAAAAio/Hv7mCnpLlRA/s1600/her_inner_self_by_ramasg-d52y7fg.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://3.bp.blogspot.com/-9tXw7fFoZd8/Vcrk8TPn0BI/AAAAAAAAAio/Hv7mCnpLlRA/s320/her_inner_self_by_ramasg-d52y7fg.jpg" width="279" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span>
<span style="font-size: large;">Ey öz benliğim,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Birinci vazifen tüm istikbalini, tüm benliğini ilelebet
muhafaza ve müdafaa etmektir.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu
temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum
etmek isteyecek, ailevi ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, benliğini
koruma görevini üstlenir, zorlu durumlarda mevcudiyetini koruma ve müdafaa etme
durumuna düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve
şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette
tezahür edebilir. Varlığına ve bütünlüğüne kastedecek insanlar, bütün dünyada
emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Bu insanlar cebren ve
hile ile seni değersiz hissettirip, korku içinde bırakarak aziz benliğinin
bütün hücrelerine acı ve yetersizlik hisleri aşılamış, yıllarca oluşturduğun
tüm koruma duvarlarını yıkmış, tüm korkularını harekete geçirmiş, ruhunu
savunmasız bırakmış ve fiziksel bedeninin her köşesini bilfiil işgal etmiş
olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, ruhunun,
zihninin ve bedeninin üzerinde söz hakkına sahip olduğunu iddia edenler gaflet
ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu şahıslar şahsî
menfaatlerini, özünün istek, arzu ve geleceğe yönelik tüm planlarının üstünde
tutabilir. Tüm varlığın ruhsal çöküntü içine girmiş ve ne yapacağını bilmezlik
içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Ey tek gerçekliği kendi olan, tek başınalığının keyfini
çıkarıp bundan keyif duyan, özünün evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde
dahi, vazifen kendi benliğini koruyup, kendini olduğun halinde sevip kabul
etmek , yetersiz ve değersiz olduğun fikrinden kendini kurtarmaktır! Muhtaç
olduğun kudret, yüreğindeki asil öz sevgide mevcuttur!</span><o:p></o:p></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-79664000810882838012015-06-15T02:31:00.001-07:002015-06-15T02:39:18.034-07:00<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-Y7OzQSVdMXY/VX6bPE7r8YI/AAAAAAAAAiU/p6ODO_p7XBQ/s1600/Anne%2BKiz.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="212" src="http://1.bp.blogspot.com/-Y7OzQSVdMXY/VX6bPE7r8YI/AAAAAAAAAiU/p6ODO_p7XBQ/s320/Anne%2BKiz.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Mekan: Evin salonu<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Zaman: Dün akşam<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Kişiler: Anne (40) , Kızı (11)<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Sahne: Anne ve kız en sevdikleri ve IKEA'nın 13 kişilik
olduğunu iddia ettiği tek koltuklarında yayılmış animasyon filmi Shrek'in
başlama saatini beklerken, zorla dayatılan milyonlarca reklamı seyretmek
zorunda kalmakta, ve her çıkan reklama saçma sapan yorumlar yapmaktadır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Anne: Bence bu reklamdaki çocuk çok yakışıklı<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Çocuk: Bence sen herkesi yakışıklı buluyorsun<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Anne: Bence sen de hiç kimseyi beğenmiyorsun<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Çocuk: Belki kalbi güzel değil. Belki de bu dış görünüşün
altında çok korkutucu bir insan var!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Anne: Ama beğenip yakınlaşmadan da nasıl bir insan olduğunu
anlayamazsın<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Çocuk: Doğru anlayamazsın<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Anne: E peki nasıl tanıyacaksın karşındakini?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Çocuk: Güzel çirkin demeden herkese aynı şansı vererek<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Anne: Demek evde bir Mevlana yetiştiriyorum!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Çocuk: Efendim?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Anne: Yok bir şey, utandım biraz sana bok atasım geldi<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Çocuk: Anne!!!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Anne: Peki Shrek yakışıklı mı?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Kıkırdamalar, gıdıklamalar eşliğinde annenin düşüncelere
dalmasıyla sonuçlanan bir anne kız akşamı ve yine alınan dersler....</span><o:p></o:p></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-77162635437911691172015-06-03T08:04:00.000-07:002015-06-03T08:04:28.600-07:00HAYALLERİMİN VE YETENEKLERİMİN PEŞİNDEN...<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-B1kW1y6RYJ4/VW8XdCr2hqI/AAAAAAAAAiA/WykABmisfe4/s1600/staff-resignation-300x300.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-B1kW1y6RYJ4/VW8XdCr2hqI/AAAAAAAAAiA/WykABmisfe4/s1600/staff-resignation-300x300.jpg" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">“..…gitmek istiyorum” dedim. Ama öncesinde “Size aşığım ben.
Size ve ofisinize ancak…” diye söze
giriş yapmıştım. Aklından geçenleri göstermeyen bir yüz ifadesiyle yüzüme
baktı. Anlayabildiğim tek duygu hafif bir şaşkınlıktı zira sol kaşını hafifçe
yukarı kaldırmıştı. Fakat o şaşkınlık daha sonra yerini içten bir gülümsemeye
bıraktı. Bakışlarında biraz da alaycılık vardı ama birkaç saniye süren o
ifadeyi görmezden geldim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"> “Ben de sana aşığım
öncelikle onu belirteyim” diye söze başladı. “Neymiş hayallerin bir anlat
bakalım. Nasıl para kazanmayı düşünüyorsun?” Üzerine ışık tutulmuş tavşan gibi
öylece bakakaldım. Henüz bir şey düşünmemiştim ve bunu açıkça söyleyemezdim. Birkaç cümleyle derdimi ve yapmak
istediklerimi anlattım. İşin garibi anlatana kadar ne yapmak istediğime dair
hiçbir fikrim yoktu. Sırf onu ikna etmek için uydurduğum planlar sonradan mantıklı
iş alanları yaratacak gibi görünüyordu. Ağzımdan dökülen benim bile inanmadığım
planlarımı sakince dinledi. “ Tünelin
sonunda gördüğün ışığı benim de görmem lazım. Hayatında zorluklar yaşadın.
Sorumlu olduğun insanlar var. Seni öyle sokağa bırakamam. “ <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Hayat ne tuhaftı, karşımda bir adam oturuyordu. Tam 10
yıldır beraber çalışıyorduk ama onun dışında hiçbir bağımız yoktu görünürde.
Ama içimizde birbirimize derinden bağlıydık belli ki. Bana karşı kendini sorumlu
hissediyordu ben de ona karşı kendimi sorumlu hissediyor olmalıyım ki öyle
çekip gidemedim, önce iyi olacağıma dair onu ikna etmeliydim. Birden
bilinçaltım açıldı ve kelimeler ağzımdan yuvarlandı sanki. “Benim için sizin
onayınız çok önemli. Ailemde kollayıcı bir erkek figürü yok biliyorsunuz. Ne
eşim, ne dayım ne amcam…Siz benim için o kollayıcı erkek figürüsünüz” Çok duygusal bir andı. Bilmeden ağır bir rol
biçmiştim kendisine. O da kabul etmişti anlaşılan. Sözcükler bir bir dökülürken
ben de ne dediğime şaşırıyordum. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Çok inanılmaz bir sistemin içerisindeyiz hakikaten. Bunu da
geçen gün düşündüm. Sonuçta hayatta bir başıma gibi hissediyordum kendimi. Ama
yine de öyle kalınmıyor ki bir başına. Bazı kilit noktalara önemli insanlar
yerleştiriliyor ve onlar görev süreleri boyunca o noktalardan seni gizlice
desteklemeye, kendi ayaklarının üzerinde durabilene kadar uzaktan izlemeye
devam ediyorlar. Baktılar tökezliyorsun, kanatlarından biraz tutuveriyorlar
sana fark ettirmeden. İşte patronum da benim için öyle kilit bir noktadaydı ve
gizlice ya da alenen uçuşumu destekliyordu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"> “ Başka bir ofiste
işe başlayacağım deseydin ayaklarından tutar bırakmazdım ama belli ki kendin
için bir şeyler yapmak istiyorsun, bana da senin yolunu açmak düşer” dedi. Fazla
söze gerek yoktu. Artık yalnız uçmak, bir bilinmeze doğru kanat açmak
istiyordum. Ve bu isteğim bir şekilde kabul görmüştü. Fazla vakti yoktu hızlıca
çıkması gerekiyordu bir toplantı için. Konuşmayı ertesi gün tamamlamak,
ayrıntıları konuşmak üzere yarım bıraktık. Asistanı olduğum için sadece 20
dakikası olduğunu bilerek konuşmayı başlatmıştım. İlk sefer için daha uzun bir
konuşmayı yüreğim kaldırmayacaktı zira. O çıktığında ve ben yerime oturduğumda
hafiflemiş gibiydim ama tam olarak da durumun farkında değildim. Bir süre
kimseyle paylaşmamı istedi. Sanırım onun da içinde sindirmesi gerekiyordu.
Akşam saatlerinde ofise döndüğünde artık arkadaşlarıma söyleyebileceğimi
belirtti. O noktadan sonra durum kontrol edilemez bir hal almaya başlamıştı.
Geri dönüşü olmayan bir yola girmiştim ve önümü göremiyordum. Fakat içimdeki
ses devam etmemi, asla korkuya kapılıp yolumu değiştirmemem gerektiğini
söylüyordu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">10 yılımı birlikte geçirdiğim insanlara bir bir durumumu
açıkladım. Seçtiğim kelimeler aşağı yukarı aynıydı, tepkilerse çalışma
arkadaşlarımın karakterlerine göre değişiyordu. Örneğin anaç olan dostum “hemen
hesaplarını getir, sen paradan anlamazsın ben sana en azından bir yıllık bir
kazanç-gider dengesi hazırlayacağım” derken, daha gerçekçi olan bir diğeri
“maddi manevi her daim yanındayım yolun açık olsun” diyor, öteki “sakın bize
sormadan ortaklık filan kurma onca avukatız her adımını bize danış” derken,
emekli olmak üzere olan beriki “ kızım bari kızını filan evlendirip öyle yoluna
gitseydin. Ne yapacaksın öyle yalnız güvencesiz “ diyerek çekincelerini dile
getiriyordu. Hepsi çok farklı tepkiler vermişti ama ortak yanları sevgiydi.
Bana karşı inanılmaz bir sevgi hissediyorlardı. O an ne kadar şanslı olduğumu
düşündüm. Ne kadar sevildiğimi, onaylandığımı, değer gördüğümü. Kaç insan bu
güzel ayrıcalığı tadabiliyordu acaba? İşlerinden, patronlarından nefret eden
onca insan tanımıştım. Bu bir ayrıcalık değil de neydi ki? Yüce yaratıcı
hayatıma onca zorluk koyarken, bu alanı özellikle rahat, güvenli ve sevgi dolu
tutmuştu belli ki. Çalışma ortamım ve kazancım da çok kötü olsaydı o zaman onca
acı dolu deneyimi yaşarken ayakta kalmayı başarabilir miydim? Oradan oraya
savrulurken tutunacak dalım olmasa istikrarlı bir şekilde durup fırtınanın
geçmesini bekleyebilir miydim? Kayıplarımı yaşarken kimse sırtımı sıvazlamasa
kalkıp tekrar yoluma devam edebilir miydim? Cevap çok netti. Korunuyordum ve bu
koruma ilahi düzen içerisinde bana iş ortamım olarak sunulmuştu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Fakat ruhum gelişmek ve yeni deneyimler yaşamak istiyordu ve
burada kalarak bunu yaşayamayacaktım. Çünkü bedenimi tüm gün ofiste oturur
vaziyette tutmak için ekstra çaba harcamam gerekiyordu ve bu duygu beni çok
yoruyordu. Güvenli ortamı bırakıp derin sularda yüzmek çok korkutucuydu ama
bunu yapmazsam hep olduğum yerde kalmak da çok korkutucuydu. Ya şimdi ya da
hiçti. Çünkü kırk yaşındaydım. Ne saçma sapan kararlar alıp kendini tehlikeye
atacak kadar genç ne de artık kıpırdama gücü bulamayacak kadar yaşlıydım. Bir
yerde okumuştum. Kırk yaş bilgelik yaşıydı. Bu zamana kadar bir sürü harika
dersler almış, farklı deneyimler ve farkındalıklar kazanmıştım. Bu hayatta
olduğuma göre derslerim devam ediyordu. O halde daha önce aldığım dersleri
almak yerine yeni dersler almak, yeni hocalar tanımak için cesaret göstermeli,
yolumu açmalıydım. İşte tüm bu düşüncelerdi beni ayrılık kararına götüren. Daha
önce cesaret edemeyişimin sebebi ise sevgi, güven ve alışılmışın verdiği
rahatlık duygularıydı. Çok uzun bir düşünme karar verme sürecinden sonra işte
bu noktadaydım. İşin en zor aşamasını geçmiş, patronuma ve iş arkadaşlarıma
söylemeyi başarmıştım. Ve ben, bunca karışık duyguyu hissederken hiçbir tepkide
bulunmamış, her şey sıradanmış gibi davranmıştım. Bu normal miydi?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Aslında pek de normal olmadığını daha dün fark ettim. Ofiste
çok sevdiğim bir arkadaşım için sürpriz bir emeklilik partisi düzenledik.
Haberi yokken toplanıp harika bir yemek organize ettik. Daha öncesinde tek tek
ona olan duygularımızı bir videoya kaydetmiştik ve masaya oturunca öyle aniden
gösteriverdik. Hepimiz o kadar içten ona sevgilerimizi sunmuştuk ki, izlerken
her konuşan kişi sanki emekli olan arkadaşım için değil benim için konuşuyormuş
gibi hissettim. Ve o noktadan sonra kontrolümü kaybettim. Ağladım, ağladım,
ağladım. Sanki işimden değil eşimden ayrılıyormuşum gibi. Sanki dünyanın
bayıldığı, yakışıklı, zengin, anlayışlı ve sevgi dolu bir kocam varmış ama ben
artık ona âşık olmadığım için boşanmak istiyormuşum, dışarda da başka
yakışıklılarla flört ediyormuşum gibi. Biliyorum
bu söylem yakışık almadı ama hissettiğim tam olarak bu!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Peki, şimdi ne olacak? Gerçekten bilemiyorum. Aklımda Şems-i
Tebrizi’nin sanki benim için söylenmiş bir sözüyle yola devam….<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">“Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan
ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten
kendiliğinden gelir.”</span><o:p></o:p></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-27671854139938910872015-05-05T05:27:00.000-07:002015-05-05T05:27:54.922-07:00PROJE Mİ DEDİNİZ?<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-hihamtbokWA/VUi3RIzK5HI/AAAAAAAAAhU/Vx-PCnEanP8/s1600/Odev.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="213" src="http://1.bp.blogspot.com/-hihamtbokWA/VUi3RIzK5HI/AAAAAAAAAhU/Vx-PCnEanP8/s320/Odev.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Bu sıradan gibi görünen Pazar akşamında, her zamanki gibi on
beş gün önceden verilmiş ancak teslim gününden bir gün önce günün son
saatlerinde haberim olan proje ödevine mecburiyetten yardımcı üretici olarak
katıldım. Acımasız şeytan bir yandan "kır şu kızın kafasını, aklı başına
gelsin ki bir daha son dakikaya ödevini bırakmasın" diye beni dürterken,
sorumlu ve anlayışlı bir modern çağ annesi olarak sakince saçıyla başıyla
oynayıp duvarları izleyen kızımın dikkatini ödevine yönlendirmeye çalışıyordum.
Ancak ne yalan söyleyeyim tek dileğim annemlerin kuşağından bir ebevyn gibi
fırlayıp terliği kızımın kolundan bacağından teyet geçirmekti. Projeyi
tamamlayıp öfler püfler, cık cıklamalar eşliğinde ödevin sonunda hazırlanması
gereken 12 sayfalık rapora geldiğimizde 40 yaşında fahri bir 5. Sınıf öğrencisi
olarak öğürmek üzereydim. Raporun 12 sayfa olması yetmezmiş gibi , bir de
evrende bulunabilecek en abuk sorulara cevap vermemiz gerekiyordu. Olabilecek
en mantıklı cevaplarla son soruya bir şekilde geldik: "Bu proje günlük
hayatınıza neler kattı?" Derin hemen cevabı yapıştırdı:
"Gerginlik!"<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Hahahah İlahi Derin ya doğru söze ne hacet <span style="font-family: Wingdings; mso-ascii-font-family: Calibri; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-char-type: symbol; mso-hansi-font-family: Calibri; mso-hansi-theme-font: minor-latin; mso-symbol-font-family: Wingdings;">J</span></span><o:p></o:p></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-50341589016773314112015-05-05T05:20:00.000-07:002015-05-05T05:21:22.195-07:00ALDATMA<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="MsoNormal">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-awyYP9y6Hqw/VUi1vdXxj8I/AAAAAAAAAhI/slGpqQ5uy7Q/s1600/Aldatma.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="133" src="http://4.bp.blogspot.com/-awyYP9y6Hqw/VUi1vdXxj8I/AAAAAAAAAhI/slGpqQ5uy7Q/s320/Aldatma.jpg" width="320" /></a></div>
<span style="font-size: large;"> “Sevilen birisinin,
başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında takınılan olumsuz tutum” diye
açıklamış ‘kıskançlık’ kelimesini Türk Dil Kurumu. Hah işte hissettiğim duygu
tam olarak bu! Dün akşam gördüm sizi beraber. Benden başka hiçbir kadına ilgi
duymayacağını düşünmüştüm. Ne aptalmışım. Senin bir erkek olduğunu, tüm
opsiyonları değerlendirebileceğini nasıl da aklımdan çıkarmışım. Bari
tanımadığım biri olsaydı. Yetmezmiş gibi bir de yemeğini yemişsin. Hani aşkın
yolu mideden geçerdi? Senin miden sevgili başbakanımızın duble yolları gibi
maşallah. Hemen bir yetersizlik hisleri baş gösterdi bende. Benim yemeklerim
yetmiyor demek ki sana. Ya da beğenmiyor musun acaba? Başka nelerim yetmiyor?
Yeterince sevgi dolu değil miyim? Seni yeterince özgür bırakmıyor muyum? Her
istediğin olmuyor mu? Evimin kralı sensin, o da mı yetmiyor ha? Oysa hep
sevgiyle bakardın yüzüme sana yemek hazırlayınca. Acaba onun da yatağına
giriyor musun? E o kadar yakınlaştığınıza göre almıştır kadın seni yatağına.
Gerçi evine girerken biraz temkinliydin. Belki göreceğimden korkmuşsundur. Hiç
sanmam gayet de rahat ve mesuttunuz, hatta kadının kahkahaları hala kulağımda.
Ben de ne bileyim biraz apartmanda dolaşıp geleceğim dediğinde seni
uğurluyordum ahmakça. Ah kafam ah ben nereden tahmin edeyim senin çapkınlığa
gideceğini? Zere bir süre sonra sonra yorgun argın gelip uyuya dalmanın bir
nedeni varmış. Ay nasıl da sevgi doluydun onunla beraberken. Gırlamalar,
sıçramalar, taklalar. Yetmezmiş gibi bir de numara öğretmiş kadın senin gibi
küstah bir varlığa. Böyle eliyle spiral çiziyor kadın, sen bir zevkle spiral
yönünde yuvarlanıyorsun. Ya ben iki yıldır akşamları sevişelim diye ağlıyorum
bir kere kendin istemeden kucağıma gelmedin. Bu spiral numarası ne ha
yuvarlanma ne? Sen görürsün bundan böyle boynunu kaşımıycam, ellemiycem işte
kulaklarını, öpmiycem burnunla bıyıklarının arasını. Alçak! Aldatıcı! Pis
çapkın! Of Ceviz of yaktın beni…<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Aldatılan aşıktan, 2 numarada oturan İranlı hatunla ilişki
kuran maşuğa, efkardan içilen sert bitki çayı eşliğinde yazılmış acı dolu
mektup (Mayıs 2015)</span><o:p></o:p></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-39322468406071953402015-03-30T07:08:00.001-07:002015-03-30T07:10:53.501-07:00ŞEFKAT GÖZLÜKLERİ<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-Ut2A0cZ_37A/VRlYpbrdNSI/AAAAAAAAAgo/r6SMfjBvlSk/s1600/Sefkat.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-Ut2A0cZ_37A/VRlYpbrdNSI/AAAAAAAAAgo/r6SMfjBvlSk/s1600/Sefkat.JPG" height="310" width="320" /></a></div>
<span style="font-size: large;"><br /><br />Hışımla çantasını fırlatmış belli ki, zira okul kokmuş mor çantayı kapının girişinde yerde buldum. Eve ondan geç geldiğim için, duygu durumunu çantanın pozisyonuna göre tahmin edebiliyorum. Düzgünce kapının sağındaki koltuğa bırakılmışsa örneğin, sakin ve nispeten güzel bir okul günü geçirmiş. Koltuk yerine yerde duruyorsa, kafasını kurcalayan bir şeyler var. Kapının girişine doğru özensizce fırlatılmışsa kırmızı alarm. Belli ki sevimsiz bir okul günüymüş. Biraz sakinleştirilmeye, sevilmeye, konuşturulup rahatlatılmaya ihtiyacı var. <br /><br />Sessizce odasına gittim. Baktım ödev yapıyor. Sandalyesinde kaykılmış, üzerinde hala forması var. Okul ve toz kokan başını öptüm. Umutsuzca gözlerini bana dikti. Anlaşılan kolay teslim olmayacak. İki sevgi sözcüğüyle konuşturmayı başaramayacağım. <br /><br />“En sevdiğin yemeği yapmıştım dün” dedim.<br /><br />“İyi” dedi ilgisizce. Sonra da üzgün kara gözlerini ödevine yeniden çevirdi.<br /><br />“Bu gün ofis çok sıkıcıydı. Kendimi çok iyi hissetmiyorum ben pek. ” dedim. <br /><br />Bu kez bir söz söyleme gereği bile duymadı. Oysaki onaylama cümlesiyle kendisini ifade etmeye hevesli olur sanmıştım. Yanlış taktik. Başka bir şey denemeliyim. <br /><br />“Ofis bazen çok zorlayıcı olabiliyor. Özellikle arkadaşlar bazen çekilmez oluyorlar. Okulda öyleydi. Hiçbir farkı yok bence!”<br /><br />Tekrar baktı. Bu kez gözünde bir kıvılcım yakaladım. Hadi çalıştır saksıyı Banu. Kendi okul yıllarını hatırla. Ne yapmış olabilir bu acımasız cüceler benim prensesime? Dalga mı geçtiler acaba dur bakayım?<br /><br />“Bana küçükken Arap derlerdi. Çok üzülürdüm. Ne acımasız oluyor bazen şu çocuklar”<br /><br />Cevap yok. Bu da işe yaramadı. Demek ki dalga geçmiyorlar. Peki, ne yapıyor olabilirler?<br /><br />“Kendimi sınıfta yalnız hissederdim. Pek kimseyle oynamazdım. İletişim kurmak kolay değildi.”<br /><br />Bu kez ilgiyle beni dinliyor.<br /><br />“Yalnız mı bırakırlardı seni?”<br /><br />“Evet, yalnız takılırdım çoğunlukla.”<br /><br />“Ben de sınıfta yalnızım genelde. Her teneffüs diğer sınıftaki arkadaşlarımın yanına gitmek zorunda kalıyorum..”<br /><br />Evvet yakaladım işte. Demek ki kendini bu yeni sınıftaki çocuklardan soyutluyor. <br /><br />“Arkadaşlarımın olduğu diğer sınıfa geçmek istiyorum anne ben.”<br /><br />“Ama Derin’ciğim daha önce de konuştuk ya. Okulun kapanmasına çok az kaldı, artık bu saatten sonra sınıfını değiştirmezler. Hem değişiklik istiyorsan sen müdürle konuşmalısın. Ben senin yerine yapamam ki bu konuşmayı.”<br /><br />“Konuştum zaten!”<br /><br />Çok iyi. Demek ki kendini ifade edebiliyor. Benden medet ummak yerine, dümeni eline almış, istediği değişiklikleri kendisi hayata geçirmeye çalışıyor. Ama anlaşılan çabaları işe yaramamış. İstemediği sınıfta tutsak edilmiş gibi hissediyor kendini. Bu tutsaklık hissi nedeniyle de kendini izole ediyor herhalde. E hal böyle olunca da diğer çocuklar onu aralarına kabul etmiyorlar. Şu anda yapabileceğim bir şey yok tabii. Sonuçta onun yerine deneyimlerini yaşayamam, acılarını, küskünlüklerini, kızgınlıklarını hissedemem. Ama o bunları hissederken varlığımla, sevgimle onu rahatlatabilirim, daha kolay atlatmasını sağlayabilirim belki. <br /><br />Kendi küçüklüğüme baktığımda en çok bu yanımın eksik kaldığını hatırlıyorum. Ailemden yaşadığım şeyleri anlamalarını beklemiyordum fakat arkamda durup ne yaparsam yapayım beni desteklediklerini, acı çekerken sevgileriyle içimi huzurla doldurmalarını bekliyordum. Sıkıntıları anlatmak istemezdim. Çünkü çözüm bulmalarını istemiyordum ki. Benim kendimce çözümlerim vardı. Ben sadece sevgiyle sarmalanmak istiyordum o kadar. Dikkat edin bakın kimse derdini bir başkasına çözüm bulsun diye anlatmaz. Çözümleri dinlemez bile. Onun tek istediği dinlenmek, içini dökmektir. Sizin oradaki varlığınız, sevgi dolu bakışlarınız, belki ufak dokunuşlarınız yeterlidir. <br /><br />Bu noktada kızıma yardım etmek için varlığımı kullanmam yetecekti. Bir de empati yeteneğinin gelişmesine katkıda bulunabilirdim belki. Yani arkadaşlarının neden bu kadar acımasız olduğunu anlarsa belki onları affetmesi daha kolay olurdu. Affetmenin önemini biliyordum. Sonuçta keskin sirke küpüne zarardı. Onlara öfkelendikçe kendi ruhuna zarar veriyordu. Yani affetmesi “hadi artık öpüşün barışın, kardeş kardeş oynayın artık” mantığıyla değil “bana yaptığı acımasızlıkların temelde bir nedeni var. Yaptığı şeylerden dolayı ona kızgınım ama sebeplerini de anlıyorum. Ve onu kendi haline bırakıyorum” mantığıyla olmalıydı. İçinde yaptığı bu tür bir affetme onun daha fazla öfkelenmesini engelleyecek, sirkenin küpüne zarar vermesi riskini bertaraf edecekti. Onu üzen çocuklarla oynamak hatta muhatap olmak zorunda bile değildi ancak içindeki öfke ve kinden kurtulmak zorundaydı. <br /><br />Ben bir psikolog değilim tabii, ancak 11 yıllık anneyim. Kendi çocuğum ve etrafımdaki çocuklardan gözlemlediğim kadarıyla çocuklar empati yeteneğiyle doğmuyor. Daha çok hayatta kalma içgüdüleri neticesinde bencilce hareket ediyorlar. Karşıdakinin o anki içinde bulunduğu durumu anlamak, hislerini algılamak ve buna göre geri bildirimde bulunmak ancak olgunlaştıkça artan bir farkındalık seviyesi. Fakat ben yine de bu sürecin hızlandırılabileceğini düşünüyorum. Ebeveynlerinin söyledikleri değil kendi davranış biçimleri çocuğun bu konudaki bilincini geliştiriyor kanımca. Bekleyip çocuğumun farkındalığının kendiliğinden artmasını umabilirdim ama o kadar vaktim yoktu. Çok sıkıntılı görünüyordu ve kendi inanç sistemime göre biz bu hayata sıkıntı çekmek için değil, keyif almak ve mutlu olmak için gelmiştik. Elbette ki zorluklarla mücadele edecektik ancak eğer bu zorlukları atlatmanın daha kolay yolları varsa neden bekleseydik ki? <br /><br />Neticede Derin’i bu içinde bulunduğu zor durumda desteklemek kendi çözümünü üretmesi için harekete geçirmek istiyordum. Saksıyı çalıştırmalı güzel bir yol bulmalıydım. Sonuçta Derin’in başkasının ayakkabılarıyla yürümesini sağlayacaktım ve bunu çocuksu bir yolla yapmalıydım. Düşündüm. Düşündüm. Düşündüm ve nihayetinde aklıma harika bir fikir geldi. <br /><br />Hemen koşup içerden geçen gün aldığım parti gözlüğünü kapıp getirdim. Üzerinde kalpler olan çok eğlenceli bir gözlüktü bu. Ödevini bitirince yanıma gelmesini, bir oyun oynayacağımızı söyledim Derin’e. İkimizde hazır olduğumuzda konuyu açtım. Ofiste çok zor bir gün geçirdiğimi, falanca hanımla neredeyse tartışma noktasına geldiğimizi, ona karşı çok öfkeli olduğumu söyledim. Beni şüpheyle dinliyordu. Dedim ki:<br /><br />“Bak Derin, bu bir şefkat gözlüğü”<br /><br />Anlamamış bir ifadeyle yüzüme baktı. <br /><br />“Yani bu gözlükleri taktığında sorun yaşadığın insanları şefkat, merhamet ve sevgi penceresinden görebiliyorsun. Sihirli bir gözlükmüş gibi düşün.”<br /><br />Yüzündeki şaşkın ifade sürüyordu. Fazla uzatmadan konuya girdim.<br /><br />“Bak şimdi. Gözlükleri takmadan önce falanca hanım hakkındaki fikirlerim şöyle”<br /><br />O arada hemen kısa bir senaryo yazdım. Güya yaptığım ufak bir hata neticesinde falanca hanım bana çok kızmıştı ve kendimi haksızlığa uğramış gibi hissediyordum. Öfkeli ve kızgındım. Bu hikâyeyi bir çırpıda anlattım ve ardından hemen gözlüğü taktım. Gözlüğü takınca yüzündeki ifade anında değişti. Kesin kalpli gözlüklerle çok komik görünüyordum. Kıkırdamaya başladı. Aramızdaki buzlar eriyordu anlaşılan doğru yoldaydım. <br /><br />“Falanca hanımla aslında aram normalde iyidir. Sakin ve anlayışlı biridir. Normal bir vakitte olsa yapmış olduğum hatayı bu kadar büyütmeyip göz ardı edebilirdi ama bugün o da kötü bir gün geçiriyordu aslında. Benimle yaşadığı olaydan önce o da patrondan biraz azar işitmişti. Kendini kötü hissediyordu belli ki. O da öfkesini kontrol edemeyince bana patladı. Hem bir süredir babası hastanede ve onun için çok endişeleniyor. Tüm bunlar bana karşı davranış biçimini haklı bir hale getirmiyor elbette ve bir süre onunla vakit geçirmek istemiyorum ama en azından içinde bulunduğu durumu anlıyorum. Ona karşı sabahki kadar öfkeli değilim artık. Hatta onun ve babası için üzüldüğümü bile söyleyebilirim. Anneannen hastanedeyken ben de çok gergin ve stresliydim. O zamanları iyi hatırlıyorum”<br /><br />Bana dikkatli gözlerle bakıyordu. Gözlüğü çıkarıp kenara koydum. <br /><br />“Gözlüğün nasıl çalıştığını anladın mı Derin’ciğim” diye sorduğumda gözlüğü takmak için pek hevesli görünmüyordu. <br /><br />“Denemek ister misin?”<br /><br />“Hayır!”<br /><br />Çok kesin bir cevaptı üstüne gidemedim. Kendi haline bırakmalı, öfkesini biraz hazmetmesini sağlamalıydım yoksa ters tepebilirdi. <br /><br />Birkaç gün sıkıntısı devam etti ama bir daha bu konuda hiç konuşmadık. Aradan kısa bir süre sonra geçtikten sonra bir gün baktım odasından öfkeli nidalar yükseliyor. Sessizce kulak kabarttım, bizimki kedimiz Ceviz’i bir daha bardağından su içmemesi konusunda sertçe uyarıyor. Sonra gelip Ceviz’i bana şikâyet etti. Ceviz, o ödev yaparken masadaki içeceğini içiyormuş. Hatta yetmeyip duştaki suyu da içiyormuş. Çok iğrenç buluyormuş bu hareketini. Her ikisi de çok sevimli görünüyordu ama şikâyetleri büyük bir ciddiyetle dinledim. Sonra aniden yerinden fırlayıp şefkat gözlüğünü gözüne taktı. Ve ağzından şu harika kelimeler döküldü:<br /><br />“Ceviz normalde çok sevimli bir kedidir. Kedi olduğu için suyu nereden içtiğinin önemi yok. Pis ya da temiz ayırımı yapamıyor ama anladığım kadarıyla akan su ya da yeni koyulmuş su içmeyi seviyor. Ben son zamanlarda onun suyunu değiştirmeyi geciktiriyordum nasılsa var diye. Ama daha sık değiştirmem gerekiyor demek ki!”<br /><br />Sonra gözlükleri çıkardı ve “nasıldım ama?” tavırlarıyla onay bekleyen kocaman gözlerini gözlerime dikti. Evet, sorunlarına çözüm bulamamıştık o zaman için ama en azından başka canlıları anlaması için bir adım atmış olduk. Hem de kocaman bir adım!<br /><br />Öfke, kızgınlık, kin ve nefret gibi duygular kendimizi kurban gibi hissetmemizi sağlar. Ama bir yandan da intikam duygusunun ileride yaşatacağı haz nedeniyle hayata tutunma nedenimiz olabilir. Yaşamımızda tutunacak daha keyifli dallarımız yoksa boşluğa düşme kaygısıyla bu negatif duyguları bile bırakmak için hevesli olmayabiliriz. Ancak unutmamalıyız ki bu duyguların hiç birini gerçekte karşı tarafa tam olarak yansıtmayız hepsini içimizde tutup, kendi zihnimizin kölesi olur, kendi kendimizi ateşlerde yakarız. Cehennem ateşinde yanmak yerine cennetin gül bahçelerinde dolaşmak için bir şefkat gözlüğü edinmeniz dileğiyle…</span>Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-20469153193174985142015-03-05T03:03:00.000-08:002015-03-05T03:03:26.788-08:00EFENDİM, SEVGİ ÖLÇÜLEMEZ Mİ DEDİNİZ? HADİ CANIM...<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-JU_lUL8Pl9Q/VPg3qy4HtTI/AAAAAAAAAeI/0FkXrn2Eg4w/s1600/Cat.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-JU_lUL8Pl9Q/VPg3qy4HtTI/AAAAAAAAAeI/0FkXrn2Eg4w/s1600/Cat.jpg" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Evet bebekler yeni değiştirdiğiniz beze işemeyi pek
severler.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Ve evet kediler yeni temizlediğiniz kuma pislemek için
fırsat kollarlar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Ve ne yazık ki evet, evde yıllardır süren bu bok döngüsü
evdeki tek bir canlının eziyetine sunulmuştur. Evin annesi!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Bence sevgi bokla ölçülebilir. Şöyle ki; hiç bir aklı selim
insan kendisini, ardında çok büyük bir sevgi olmadığı sürece, bu bok döngüsüne
kurban etmez. O halde gerçekçi bir ilan-ı aşk "Seni dünyalar kadar
seviyorum!" değil, "Seni bokunu temizleyecek kadar seviyorumdur!".
Şimdi izninizle huzurlarınızdan ayrılıyorum, gidip kedimin kumunu
temizleyeceğim ve çok fazla "bok" dediğim için ağzıma biber
süreceğim.</span><o:p></o:p></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-91085236151847686802015-02-28T01:26:00.004-08:002015-03-05T03:09:59.860-08:00ÇİKOLATA TADINDA BİR SABAH<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-SgrdK5BSYoA/VPg5fitwBFI/AAAAAAAAAeU/HK5UERQwDrs/s1600/cikolata.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-SgrdK5BSYoA/VPg5fitwBFI/AAAAAAAAAeU/HK5UERQwDrs/s1600/cikolata.jpg" /></a></div>
<span style="font-size: large;"><br /></span>
<span style="font-size: large;">"Ah ne güzel sıcacık bir sabah!" dedim. "Sıcak deyince dün gördüğüm rüya aklıma geldi" dedi. Daha ben sormadan anlatmaya başlamıştı bile. " Sıcak çikolata diyarındayım. Marshmallow'dan bir kayığın içindeyim. Her yer sıcacık ve çikolata kokuyor. Dayanamayıp kayığımı yemeye başlıyorum. Öyle lezzetli ki. Bittiğinde kendimi çikolata denizinde buluyorum. Yeni bir marshmallowa yüzüp içine binmem lazım. Ama içi çukur olmadığı için bir ısırıkla kayık haline getirmem gerekiyor. Etrafa bakıyorum herkes bunu yapıyor. Çok eğlenceli." Derin bunları bir çırpıda anlatırken içim neşeyle doluyor. Sonra dün gece ki Fransız sanat filmlerine benzeyen renksiz rüyamı hatırlıyorum . Hadi gerçek hayatta neyse de, rüyada bile yaratıcılığı kaybediyoruz demek. Ve çocuklarımız hayallerini baskıyla renksizleştirsinler diye korkunç bir eğitim sistemi yaratmışız. </span><br />
<span style="font-size: large;">Geçmiş bir zamanda bir sanatçının biyografisini okumuştum. "Yaratıcılığımın kalıcılığını anneme borçluyum" diyordu. Şu an çok hatırlamasam da kelimeleri aşağı yukarı şöyleydi: " Ufakken bir gün dolaptan sütü çıkarırken, süt kutusu elimden kayıp yere döküldü. Annem geldiğinde çok korkmuştum ve suçluluk hissediyordum. Yavaşça eğilip saçımı okşadı ve 'demek sütten bir göl yaptın' dedi. 'Bakalım gölün kıyısına bir ev çizebilir miyiz?' Sonra yanıma çömeldi ve birlikte dökülmüş sütten çeşitli şekiller yaptık parmaklarımızla. Eğlencemiz bittiğinde bir bez tutuşturdu elime ve 'hadi artık temizlik vakti' dedi. </span><br />
<span style="font-size: large;">Bu sadece hatırladığım bir anımdır. Ama annemin varlığı yaratıcılığımın körelmemesine neden oldu. Sanatçı, çocuksu yaratıcılığını kaybetmemiş kişidir." Bu hikaye beni çok etkilemiştir hep. Derin o zamanlar henüz portakalda vitamindi ama ben ilerde bir çocuğum olursa içindeki cevheri köreltmemek için elimden geleni yapacağıma kendimce söz vermiştim. Kendi çocuğumda dahil diğer tüm çocukların içindeki yaratıcı hazineyi görüyorum. Bu hazineye değer verilmediği bir ülkede yaşıyoruz biliyorum ama en azından bari evde bu güzelliğin farkına varalım ve onların içindeki kristalin keşfiyle neşelenip hayallerimizi hatırlayalım. </span><br />
<span style="font-size: large;">Bence şunu hiç aklımızdan çıkarmamalıyız; onları kendimize benzetmeye çalışmak yapılacak en büyük hatadır! Çünkü zehirlenmiş zihnimizin doğru saydığı her şey bir ilizyondan ibarettir. Herkesin biricikliğini unutmuş olan bir zihin zehirlenmiş bir zihindir. Hepimizin aynı olmasını isteseydi hepimizi aynı yaratırdı değil mi? AynI yaratmadığı gibi hepimizin içine de farklı yetenekler gizledi. Bu yeteneklerin ortaya çıkması için ya fırsat yaratılır ya da yaratılmaz. Yaratılamıyorsa kayıp hazine yitip gidecektir. O nedenle çocuklarımızi sokmaya çalıştığımız her kalıp, yeteneklerini bir bir soldurmaktan öteye geçmez. Onları kendimize benzetmek yerine biz onlara benzemek için çaba harcamalıyız. Aklımızdan hiç çıkarmamamız gereken şey onların bizden çok daha fazla kaynağa yakın oluğu ve hala yaratıcının sesini duyabildikleri.</span><br />
<span style="font-size: large;"> İçimdeki çocuktan içinizdeki çocuğa sevgiyle. Orda olduklarını biliyorum, sadece saklambaç oynuyorlar ;)</span>Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-65476850034056422162015-02-26T00:43:00.000-08:002015-02-26T00:43:07.094-08:00<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; line-height: 115%;"><span style="font-size: large;"><br /></span></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-L3fRCdk43JQ/VO7clH-QdwI/AAAAAAAAAdg/1-EPqsqGcOg/s1600/Cikolata.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-L3fRCdk43JQ/VO7clH-QdwI/AAAAAAAAAdg/1-EPqsqGcOg/s1600/Cikolata.jpg" /></a></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; line-height: 115%;"><span style="font-size: large;"><br /></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; line-height: 115%;"><span style="font-size: large;"><br /></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: 'Times New Roman', serif; line-height: 115%;"><span style="font-size: large;">Lokmalarını küçük
tutmuştu ki, zevki uzun sürsün. Lakin çikolatalı eti formu, sadece bir bardak
çay içimi süresince ona zevk verebilmişti. Ufacık bir kırıntının dahi ziyan
olmasına izin veremezdi zira tüm gün bu ara öğün saatini beklemişti. Kocaman
dişlerini siyah çikolata kaplı, bisküvi taklidi yapan suntaya son kez
değdirdiğinde, olan oldu. Çayının son yudumu için ayırdığı son lokma, bu güçlü
ısırığa dayanamamış, kendini sarsıntının etkisiyle dudaklarının arasından
mermer zemine bırakmıştı. Birkaç saniye şaşkınlık içinde masumca yerde yatan
son lokmaya baktı. Artık o son lokma bile değildi. Son lokma çoktan o,
şaşkınlık içinde kırılan parçaya odaklanmışken, son yudumdan bir önceki yudum
çay ile midesine doğru çetrefilli bir yolculuğa çıkmıştı. Yerdeki parçaya bir
kez daha baktı, belki de kimse görmeden ağzına atıverirdi. Çocukluğundaki gibi
üflese ya da pantolonuna sürse temizlenmez miydi? Pantolonuna sürülmüş
çikolatalı bisküvi fikri hoşuna gitmedi. Tiksintiyle ekşimiş yüzünü ekranına
geri döndürdü. Belki de ofiste zevk süresini arttıracak başka şeyler
bulmalıydı. Patronundan yaratıcılığını ortaya çıkarabileceği fikirler mi
istemeliydi? Başkalarına yardım etmek çözüm olur muydu ki? Bulduğu hiçbir fikir
onu tatmin etmiyordu. Uzun süreli zevk için daha farklı bir şeye ihtiyacı
vardı. Sonunda uzun çubuk krakerle büyük bir kupa çayda karar kıldığında yüzünü
bir huzur kaplamıştı. Hayatı o kadar da karmaşık hale getirmenin bir anlamı
yoktu ki. Bazen ihtiyacın olan şey sadece basitçe kastettiğin şeydi. Uzun zevk
= Uzun çubuklu kraker. Şşşşttt fesatlık yok fesatlık;)</span><span style="font-size: 12pt;"><o:p></o:p></span></span></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-91970910854793070332015-02-11T08:42:00.000-08:002015-02-24T01:15:05.289-08:00ZEYTİN<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-lzdhgXrXxxU/VNuGhTxukfI/AAAAAAAAAdI/XaOwjjEw8Qw/s1600/Zeytin.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-lzdhgXrXxxU/VNuGhTxukfI/AAAAAAAAAdI/XaOwjjEw8Qw/s1600/Zeytin.jpg" height="148" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<div class="MsoNormal">
<div class="MsoNormal">
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Sabah 4.00’de kendimi salondaki koltuğumun en sevdiğim
köşesinde bulduğumda, boynum plaj terlikleri gibi iki yastık ve kolçak arasında
kıvrılmıştı. Ayağımda pandiflerim vardı fakat üzerimde mor battaniyem yoktu.
Soğuktan büzüşmüştüm ama aldırmadım ve kendimi bir yarım saat daha aynı
pozisyonda uyuttum. Ağrılarım artıp, soğuktan donmuş burnumu avucuma
doldurduğum nefesle bile ısıtamaz hale geldiğimde, bir çırpıda kalkıp tüm
ışıkları ve CD çaları, Derin’in gece lambasını kapattım. Her şeyi bu hızla
yaparken aklımda tek bir şey vardı: Bu kadar uykum varken ağır yatak örtümü ve
üzerindeki yastıkları nasıl kaldıracağım. Hayatta en çok üşendiğim şeylerde
ikinci sırayı yatak örtüsü açmak rahatlıkla alabilirdi. Birinci sırada bulaşık
makinesi boşaltmak, evde keyif yaparken bir Pazar öğleden sonrası Flamenko’ya
gitmek ve ön ergen çocuğumu yıkanmaya ikna etmek vardı ki; tüm bunlar birinci
sırayı aynı anda işgal ediyordu. Birinciliği hiç birine tek olarak veremezdim,
bu haksızlık olurdu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Bir çırpıda tüm ışıkları söndürmeye çalıştığım için Ceviz’in
mama kabını fark etmedim, ta ki ayağıma çarptıktan sonra ufak parçacıklar
mutfağımın her bir gizli kalmış bölgesine dağılıncaya kadar. O an bir şey oldu,
gözlerim ve algım açıldı ve tüm dikkatimi kocaman pencerelerimden pırıldayan
kar taneciklerine çevirdim. Allah’ım ne güzeldi kar yağıyordu. Yarına da
tutacaktı belli ki. Ne yarını bu güne! Her neyse tutacaktı. Neredeyse sevinç
çığlıkları atacaktım. Evet, biliyorum doğma büyüme Ankaralıyım. Evet, biliyorum
her yıl kar gani gani yağıyor. Ama ben yine de o küçük kristaller gökyüzünden
düşmeye başlayınca çocuk gibi seviniyorum. Mama taneciklerinin üzerinden
zıplaya zıplaya sevinçle odama gittim. Ağır yatak örtümü kaldırdım ama o an, o
iş bile bana ağır gelmiyordu. Ne eğlenceliydi kar. Bir kaç saat sonra
uyandığımda da aynı ruh hali içerisindeydim. Neşeli, eğlenceli, sevgi dolu. Çok
sevgi doluydum, hatta öyle çok sevgi doluydum ki, göğsüm sanki yanıyor gibiydi.
Belki de gastrit problemimdendi bu yanma hali ama önemi yoktu sevgi doluydum
işte. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Sonra 10 yıl beraber çalıştığım bir arkadaşım kendi yoluna
gitme kararını hayata geçirdi. Ayrılık acısı yaşadım. Bayağı böyle bildiğin
ayrılık acısı. Şehir değiştirdiği filan yoktu, buralarda olacaktı ama olsundu.
Gidiyordu neticede! Gözyaşlarım göz pınarlarımın önünde japon çizgi
filmlerindeki gibi ışıldayıp, titremeye başladığında devamının geleceğini
tahmin etmemiştim. Fakat geldi. Böyle böğürerek ağlamak istiyordum ama ayıptı. Hem
ofiste yalnız kalacağın ufacık bir nokta bile yoktu. Açık ofisin en büyük
dezavantajlarından biri, insani her duygunu diğerleriyle birlikte yaşama
zorunluluğudur. Kendi kendine gönül rahatlığıyla böğüremezsin. Ben de
böğürmedim, böyle sessiz sessiz ağladım. Sonra mutfağa gidip zeytin yedim. <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Sevgimi hiçbir şeye verememiştim. Ben de zeytine verdim.</span><o:p></o:p></div>
</div>
</div>
</div>
</div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-77184046509116905442015-02-10T01:05:00.002-08:002015-02-10T03:18:39.582-08:00<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-Tca_fq733Ro/VNnpBCYX1XI/AAAAAAAAAc4/WdA8m0qeopA/s1600/Dervis.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-Tca_fq733Ro/VNnpBCYX1XI/AAAAAAAAAc4/WdA8m0qeopA/s1600/Dervis.jpg" height="213" width="320" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Dönmek istiyorum bir kaç zamandır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Ama böyle arkama dönmek değil<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Birine dönmek de değil<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Geriye dönmek hiç değil<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Kendi etrafımda dönmek <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Gezegenler gibi<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Evrendeki her şey gibi<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Çocukluğumdaki gibi<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Annemin jüponunu giydiğimde yaptığım gibi<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Jüponun, dönüş hızıma göre savruluşunu izleyerek<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Renkler karışana, her şey tek bir çizgi olana,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Başım fırıl fırıl dönene, düşene kadar dönmek.<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Belki de çok hızlı dönersem bir hiç olabilirim ya da her
şey...</span><o:p></o:p></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-66698095928786588312014-12-29T06:57:00.000-08:002015-03-05T03:19:09.271-08:00KIRMIZI BAĞCIKLI KIZ<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-Rqp_1Zi3AHM/VKFrt0v9ycI/AAAAAAAAAcU/96b2g4H-Oy4/s1600/Kirmizi%2Bbaslikli.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-Rqp_1Zi3AHM/VKFrt0v9ycI/AAAAAAAAAcU/96b2g4H-Oy4/s1600/Kirmizi%2Bbaslikli.jpg" /></a></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">“Bir varmış bir yokmuş, teknoloji çağında, iki kıtayı
birbirine bağlayan kocaman bir köyde saçları başaktan sarı, gözleri denizler
kadar mavi, dudakları kirazdan kırmızı ufak tefek bir kız yaşarmış. Bu kızın
adı Selin’miş ama herkes ona Kırmızı Bağcıklı Kız dermiş” diye başlıyordu
hikâyesi. <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Gerçekten de çok saçmaydı, çok az insan onu adıyla
tanıyordu. Çok ufakken annesi ona kırmızı bağcıklı bir ayakkabı almıştı. O
ayakkabıyı o kadar sevmişti ki, eskiyip püsküyene, ucu başka dili başka yere
kayana kadar ayağından hiç çıkarmamıştı. Mahalledeki çocuklar onunla dalga
geçiyordu ama ne kadar dalga geçilse de inadını sürdürmekte kararlıydı. Artık
ayakları büyüyüp ayakkabı ayağına sığmaz olduğunda annesi yeni bir bağcıklı
ayakkabı alma sözüyle onu ikna etmişti etmesine ama yeni gelen ayakkabının
bağcıkları kırmızı değil yeşildi. Bu bir kâbustu onun için. Yeni bağcıkları
görünce kendini yerden yere attı. Annesi kırmızı bağcık inadını anlamıyordu ama
yine de ona kırmızı bağcıkları bulacağına söz verdi. Bağcıklarını bekleme
süresi ona çok uzun gelmişti. Ayağına başka bir ayakkabı da giymek istemiyordu,
hatta annesini okula terlikle gitmekle tehdit etmişti. Yeşil bağcıklar hiç ona
göre değildi. Bu yeni bağcıklarla kendini kesinlikle Selin gibi hissetmiyordu,
sanki birden bire kuzeni Ece oluvermişti. Bu durum onu daha da çileden
çıkarıyordu zira kuzenine kesinlikle katlanamıyordu. </span><br />
<span style="font-size: large;"><br /></span>
<span style="font-size: large;">Annesi bir yandan kırmızı
bağcıkları arıyor, bir yandan da konu komşuya düştükleri komik durumu
anlatıyordu. Kısa sürede tüm mahallenin Selin’in bu kırmızı bağcık merakından
haberi oldu. O yıllarda mahalle kültürü hala devam ediyordu ve insanlar bazı
belirgin özelliklerine göre lakaplarıyla anılıyorlardı. Günün birinde mahallenin
fırlama delikanlılarından biri ona adıyla hitap etmek yerine “kırmızı bağcıklı
kız” deyiverdi şu meşhur masala ithafen. O gün bugündür de kimse onun gerçek
adını bilmez oldu. Hatta daha da kısaltıp “Kırmızı” demeye başladılar. Öyle ki
Selin bundan sonraki hayatına Kırmızı olarak devam edecek ve kendisi bile
Selin’liğini hatırlamayacaktı. Yıllar geçip de artık ergenlik dönemine
girdiğinde, diğer tüm yaşıtları gibi farklı olma kaygısı taşıyordu. Ve lakabı
bu anlamda ona çok avantaj sağlamıştı. </span><br />
<span style="font-size: large;">Zamanla Kırmızı olmaktan çok keyif aldığının
farkına vardı. Bu arada çocukluğundaki bağcık takıntısının yerini kırmızı
herhangi bir aksesuar almıştı. Bir gün kırmızı bir bileklik takıyorsa, ertesi gün
bir şapka, başka bir gün bir fular takıyor, kırmızılığının en çok da
farklılığının altını çiziyor, kendini özel hissediyordu.</span><br />
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Tüm bunlar nereden de aklına gelmişti şimdi. Saat yediyi çoktan geçmişti. Akşamın bu
saatlerinde trafikte olmaktan nefret ediyordu. Gerçi arabası yoktu. Bundan da
hiç gocunmuyordu. İstanbul’da bu saatlerde araba kullanıyor olmak Dante’nin dokuz
kat cehenneminin 5. Katında, gazap ve öfke verenlerin arasında olmaktan
farksızdı biliyordu. Daha doğrusu tahmin ediyordu. Şimdiye dek sol ön koltukta
hiç oturmamıştı. Tamam, Londra’da oturmuştu ama bu sayılmazdı. Araba kullanmayı
hiç öğrenememişti, çünkü hiç istememişti. Bırakın arabada olmak yaya olmak bile
onu boğuyordu. Zaten çok yorucu bir iş günü geçirmişti. Patronuna dert anlatmak
deveye hendek atlatmaktan zordu. Yani herhalde öyleydi daha önce bir deveye
hendek atlatmaya çalışmamıştı ama patronuna projedeki değişikliklerin
gerekliliğini kabul ettirmek deveyle girilecek bir ikna münasebetinden daha
zorlayıcıydı emin olun. Saatlerce dil dökmüştü, sonuç koskoca bir hiçti. Adam
Nuh diyor peygamber demiyordu. Bir içkiye ihtiyacı vardı, aslında öncesinde bir
şeyler yese daha doğru olacaktı. Aç karnına içkiyi kaldıramayacak kıvama
gelmişti. Belki de yaşla doğru orantılıydı, 40 yaşındaydı ve içkiye
dayanıklılığı gitgide azalıyordu ters bir orantıyla. Tek başına akşam yemeği de
yemeyi sevmiyordu. Öğlen yemeği tek başına yendiğinde oldukça havalı
görünüyordu. Öğle vakti hoş bir restoranda ufak tefek bir şeyler atıştırmak
bile bir kadın için birkaç yargıda bulunmanızı sağlayabilirdi. Mesela o kadının
bir işi olduğu, hatta meşgul bir kadın olduğu, özgüveni yüksek olduğu ve bağımsız
olduğu çıkarımlarını yapabilirdiniz. Ama akşam yemeği öyle miydi? Akşam yemeği
direk yalnızlığı çağrıştırıyordu. Başka yapacak daha iyi bir plan olmadığının
habercisiydi sanki. Mutsuzluk, umutsuzluk ve hatta evde kalmışlık hissi
veriyordu. Düşündü de aslında bu duygulara o kadar da uzak değildi. Kırk yaşına
gelmişti, hiç evlenmemişti, evlenmeyi bırak doğru dürüst uzun bir beraberlik
bile yaşamamıştı. Erkekleri ondan uzak tutan bir şey vardı sanki bir büyü.</span><br />
<span style="font-size: large;"><br /></span>
<span style="font-size: large;">Tam
bunları düşünürken karşıdan karşıya geçmek üzere adımını atmak üzereydi ki
korkuyla irkildi. Önünden aniden bir araba geçmişti, sürücü öfkeyle bağırıp
kornaya basıyor bir yandan da yayalara kırmızı yanan trafik lambasını işaret
ediyordu. Dalgınca gözlerini kaldırıp trafik lambasına baktı. “Evet, kırmızı
yanıyormuş, durmam gerekiyor” diye geçirdi içinden. Kırmızıda durulur. Kırmızı
ve durmak… Kelimeler beyninden hızla akıyordu. O an çok ani gelişen bir
aydınlanma yaşadı. Acaba erkekleri uzak tutan o büyü bedeninde her daim
taşıdığı, adına kazıdığı kırmızı mıydı? Tüm bu yalnız yılların sorumlusu
kırmızı olabilir miydi? Kırmızı insanları ondan uzak tutuyor, durduruyor muydu?
Hatta kaçma hissi mi veriyordu? Bu keşfinin ardından bir kafeye uğrayıp bir
şeyler içme isteği de kayboldu. Bir an önce eve gidip düşünmek istiyordu.
Düşünmek ve bu konuya açıklık getirmek. Eğer biraz daha sokakta kalırsa ezilme
tehlikesi geçirmesi kaçınılmazdı, zira odağını bu konu dışında başka hiçbir
konuya çekemiyordu. Hızlı adımlarla eve doğru yürüdü. Ofisinin evine bu kadar yakın
olmasıyla gurur duydu.</span><span style="font-size: large;"> Eve gidince bu yalnızlık konusunu enine boyuna masaya
yatıracak, bir farkındalığa varana kadar da didik didik edecekti. Farkındalık
bu evrendeki en önemli mücevherdi. Yıllar yılı farkındalık bilinci olmadan aynı
deneyimleri yaşamış durmuş, kendince çözümler üretmiş ancak yine de işin
içinden çıkamamıştı. Güzeldi, akıllıydı, nazik ve kibardı, oturmasını
kalkmasını bilirdi, iyi bir işi vardı, çevresi tarafından seviliyordu ama gel
gör ki erkeklerle olan sıkıntısını bir türlü çözememişti.</span><br />
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Eve gelince su ısıtıcısını ocağa koydu. Elektrikli
ısıtıcıları sevmiyordu. Eski tip su ısıtıcılarının sesi sıcak bir hissi, yuva
hissini doğuruyordu. Biraz gelenekçi miydi? Belki evet. Bir su ısıtıcısıyla gelenekçi
yanını fark etmişti ya helal olsundu ona. Bu farkındalık çalışmaları zihninde
yeni kapılar açmıştı. Bir süredir bir grup terapisine devam ediyordu. Yaptıkları
drama çalışmalarıyla kendiyle ilgili bir sürü keşfe ulaşmıştı. Tüm din ve
öğretiler boşuna içe bakışa çağırmıyordu. Ocaktan suyu alıp kupaya doldururken
taştığını fark etmedi bile. Hala aklı kırmızıdaydı. Kırmızının bir sembol
olduğunun tabii ki farkındaydı. Farkına vardığı şey yalnızlığının asıl
sorumlusunun kendisi olabileceğiydi. Kırmızı kendisiydi neticede! “Kırmızı
erkekleri kendinden uzak tutuyor, kırmızı erkekleri kaçırıyor”. Bu cümleler
zihninde yankılanınca canı acıdı. Her şeyin sorumluluğunu alacak olmak ağır
gelmişti </span><br />
<span style="font-size: large;"><br /></span>
<span style="font-size: large;">Yıllarca hep erkekleri suçlamıştı. Kaba saba, öfkeli ve tabiri caizse
öküzlerdi. Kırmızının etkisi burada da
görülüyordu belli ki. Matadorlar gibi öfkeli boynuzluları hayatına çekiyor,
onlarla savaşıyordu demek. Kendini elindeki pelerini hayatına giren adamlara
sallarken hayal etti. Böyle düşünmesi kıkırdamasına yol açmıştı ama aslında
gülünecek bir durum yoktu ortada. Üzgündü, hem de çok üzgün. Zaten gençlik yıllarından
beri çok kimseyle birlikte olmamıştı, olduğu adamlarla da hiç mutlu olmamıştı.
40 yaşındaydı ve yapayalnızdı. <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Eline çayını alıp yeşil koltuğuna kıvrıldı ve düşünmeye
başladı. Fonda Getz/Gilberto çalıyordu. Albümü çok severdi, rahatlamasını
sağlıyordu. Zaten son zamanlarda okuduğu kitaplardan zihin ve bedenin bir bütün
olduğunu öğrenmişti. Eğer bedeni rahatlarsa, zihni de rahatlayacaktı böylece derin
düşüncelere dalabilecekti. Nefesini düzenledi, derin derin nefesler alıyor ve
daha uzun bir sürede tüm ciğerini boşaltıyordu. Belli bir dinginliğe
ulaştığında, gözünün önüne ilk ilişkisini getirmeye çalıştı. </span><br />
<span style="font-size: large;"><br /></span>
<span style="font-size: large;">Birden zihninde
Üniversite’nin avlusunda karşılaştıkları gün belirdi. Hakan komik, esprili bir
adamdı. Fakat öfkesini kontrol edemiyordu. Üniversitedeydiler, grupları
aynıydı. Kemikleşmiş grup neredeyse her anını birlikte geçiriyordu. Sonra ikisi
daha sık görüşür olmuş, gruptan bağımsız da takılmaya başlamışlardı. Yakın
arkadaşlıktan ilişkiye geçince hiç bocalamamışlar, fakat zamanla heyecanlarını
kaybetmişlerdi. İlişki Hakan’ın öfke
nöbetleri neticesinde kendisine zarar verecek noktaya gelmesinden ve ilgisiz
tavırlarından noktalanmıştı. Hakan’dan sonra uzunca bir süre hayatına biri
girmemiş, düşünmeye bile değmeyecek birkaç başarısız ilişki deneyimi olmuştu.
Ama nafileydi, hep en abuk subuk insanları hayatına çekmeye devam ediyordu.
Hakan’dan sonra ilk ciddi ilişkisini Salim’le yaşamış. Sonuç yine hüsran
olmuştu. Salim de iyi niyetli biriydi ama hırslıydı. Başarısızlıkları onu
öfkeli ve hayattan keyif almaz bir hale sokuyordu. Ayrıca çok ilgisizdi. Hiç
sevgisin belli etmiyordu. Bırakın romantik tavırları, onca aylık
birlikteliklerinde bir kez bile onu sevdiğini söylememişti. Ali ve Akın da son
dönemdeki deneyimleriydi. Artık Akın’la da her şey sarpa sarınca, kimseyle
çıkmamaya karar verdi. En azından bir süre erkeklerden uzak duracaktı. Hem ne
gerek vardı sonuçta hepsi bokun soyu değiller miydi? Hepsi aynıydı, yaşananlar
aynıydı, deneyimler aynıydı, hatta bazen adamlar farklı ama diyaloglar aynıydı.
Bu nasıl oluyor diye geçirdi içinden tekrar. Hakan’ı, Salim’i, Ali ve Akın’ı
tek tek gözünün önüne getirdi. Hem tip, hem tarz, hem huy olarak birbirinden bu
kadar farklı, bu kadar alakasız insanlar nasıl oluyordu da ona hep aynı hisleri
yaşatıyorlardı? Hissettiği duygular hep aynıydı: Sevilmeme, beğenilmeme,
yeterince ilgi gösterilmeme, kızılma, bağırılma, aşağılanma ve hatta birkaç kere
tartaklanma. Hepsinin ortak noktaları öfkeli, hırslı, dik başlı ve seks düşkünü
olmalarıydı. Ah neredeyse unutuyordu; cimrilik. Hepsi ölesiye cimrilerdi! Yani
insan bir kadınla dışarı çıkınca bu kadar hesapçı olur muydu ya? Öylelerdi
hepsinin cebinde akrep vardı, günahlarını vermezlerdi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Çayından bir yudum daha aldı ve bu kez daha derin düşünmeye
zorladı kendini. Bu adamların başka ilişkilerine de şahit olmuştu ve hiç biri
ona davrandıkları gibi davranmamışlardı yeni kadınlarına. Hatta aralarından
biri evlenmişti ve duyduğuna göre harika bir aile babası olmuştu. Bu nasıl
olabiliyordu? “Bu kadar farklı adamlar,
aynı sonuçlar, tek ortak noktaları benim…” diye geçirdi içinden. “Bir liste
yapmalıyım” diye düşündü. Sinirlendiğim, katlanamadığım tüm özelliklerini
yazmalıyım bu adamların. Ancak o zaman görebilirim ortak noktalarını ve orada
yatan gizli nedeni. </span><br />
<span style="font-size: large;"><br /></span>
<span style="font-size: large;">Yerinden kalkıp sakince kalem çekmecesine uzandı.
Hareketleri öyle dingindi ki, 5 kalem denemişti ve her zamanki gibi hiç biri
yazmıyordu. Normal zamanda olsa kalemlerin durduğu dolabı tekmelemişti fakat
şimdi sabırla yazan kalemi bulmak için kendini zorluyordu. Çok garipti, bu
nefes çalışmaları işe yaramıştı galiba. Tekrar yerine oturup kalemi kâğıdın
üzerine koymasıyla, kelimeler sanki ona danışmaksızın zihninden kâğıda
dökülüverdiler. Erkeklerle ilgili tüm yargılarını kâğıda geçiriyor, ne yazdım
diye dönüp bakmıyordu bile. Böyle olması gerekiyordu. Düşünmeden yazmalıydı ki
bilinçli zihni ondan gerçekleri gizlemesini sağlamasın. “Erkekler” diye
başlıyordu listesi:<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">ERKEKLER<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Öfkelerine hakim olamazlar<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Kıskançtırlar<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">İnatçı ve dik kafalıdırlar<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Sevgilerini belli etmezler<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Ciddi ilişkinin getirdiği sorumlulukları alamazlar<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Sadık değillerdir<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Seks düşkünüdürler<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Erkek gibi erkek değillerdir<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Hiç romantik değillerdir<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Sevdikleri için sürprizler ve güzellikler yapmayı akıl
edemezler<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Arayıp sormazlar, sevgi dolu mesajlar atmazlar<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Ruhtan çok dış görünüşe önem verirler<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Zayıftırlar<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Dürüst değillerdir<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Cimridirler<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Şimdilik aklına gelenler bunlardı. Evet, elinde bir listesi
vardı artık. Hayatına giren tüm erkeklerin ortak noktası bunlardı işte. Hepi
topu 15 kalemdi ama deneyimlediğinde gerçekten çok canını sıkıyorlardı. “Tamam,
listem hazır” diye geçirdi içinden “ iyi de ben ne yapacağım bu listeyle şimdi?”
Biraz daha derin düşünmeye zorladı kendini. Her şey kendisiyle ilgiliydi onu
keşfetmişti. Bu listenin de kendisiyle ilgilisi olabilir miydi acaba? Listeyi
yavaş yavaş bu kez başına BEN koyarak okumaya başladı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">BEN<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Öfkeme hakim olamam<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Kıskancım<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">İnatçı ve dik kafalıyım<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Sevgimi belli etmem<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Ciddi ilişkinin getirdiği sorumlulukları alamam<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Sadık değilim<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Seks düşkünüyüm<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Kadın gibi kadın değilim<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Hiç romantik değilim<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Sevdiklerim için sürprizler ve güzellikler yapmayı akıl edemem<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Arayıp sormam, sevgi dolu mesajlar atmam<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Ruhtan çok dış görünüşe önem veririm<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Zayıfım<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Dürüst değilim<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Cimriyim<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Bir yandan listeyi okuyor, bir yandan da göz yaşlarına hakim
olamıyordu. Hepsi kendisi miydi? Doğru muydu tüm bunlar? İçinde bir yerlerde inceden
bir ses, neredeyse tüm yazılanların doğru olduğunu ona fısıldıyordu. Evet,
öfkesine hakim olamıyor, kıskançlık nöbetleri geçiriyordu. Hatta Hakan’a
saldırdığı bile olmuştu. Bunu nasıl göz ardı etmişti yıllarca. Yani öfkesine
hakim olamayanın aslında kendisi olduğunu, çok garipti. İnatçı ve dik kafalıydı
ayrıca dediğim dedikti de. Başka fikirleri dinler ama yine de bildiğini okurdu.
Sevgisini belli etmez, sevdi dolu mesajlar atmazdı. Yıllarca hep karşıdan
beklemiş gelmeyince de çok üzülmüştü. Hatta kuzeni Ece’nin çıktığı adamlara şaşardı.
Ece hep romantik, sürekli arayıp soran, ciddi ilişkiye aç adamları bulurdu.
Acaba öyle miydi hakikaten? Şu an pek emin değildi artık. Kuzenini ve
tavırlarını inceledi. Tüm ilişkiyi yürüten, sevgisini belli eden, sürekli
arayıp soran oydu. Adamlar da bu sevgi ve ilgi dolu tavırlarına karşılık
veriyorlardı belli ki. “Ah Selin ah” diye geçirdi içinden. “Onca yıl boyunca
sadece beklemişsin, bir adım atmayı becerememişsin”. Tamam, ciddi ilişkinin
getirdiği sorumlulukları alamama, romantik olmama, kadın gibi kadın olmama, sevdiği
için sürprizler yapmama kısmını kabul ediyordu ama dürüst olmama, zayıf olma
dış görünüşe önem verme, seks düşkünü ve
en önemlisi de cimri olma kısmını kesinlikle kabul etmiyordu. Bunların hiç biri
gerçek değildi. Sonra onları da incelemeye başladı. Bu kalemler de onu
yansıtıyor olmalıydı ama nasıl? Dürüsttü hem de çok dürüst örneğin. Şimdiye
kadar hiçbir romantik ya da diğer ilişkisinde olsun karşı tarafa yalan
söylememişti. İçinden bir ses “Peki ya kendine?” diye sordu. O an gözyaşları
sanki japon çizgi film karakterlerinin ki gibi iki yandan fışkırıyordu. Öyle ki
bir ara verip tuvalete gitmek zorunda kaldı. Döndüğünde fark etmişti, neredeyse
kendini bildi bileli kendine yalanlar söylüyor, bu yalanlara da kendini
inandırmak için yarattığı türlü bahanelere kendini kaptırıyordu. Kendiyle
ilgili bu gerçeği öğrenmek hiç hoşuna gitmemiş, ağır gelmişti bayağı. Diğer
kalemlerin de içinden çıkacağını bilmek tüylerini diken diken etti. Zayıf mıydı
mesela? Hayır, hep çok güçlüydü ama belki de zayıflığını kapatmak için bu kadar
güçlü duruyordu. Güçlü durdukça da hayatına giren adamlar otomatik zayıf rolünü
üstleniyor, ona bu şekilde yansıtıyorlardı. Dış görünüşe önem vermek? Hiç
alakası yoktu, hep pek de yakışıklı olmayan erkeklerle çıkmıştı. Hakikaten yakışıklı
olmayan erkeklerle çıkarak “ben sadece ruha önem veririm” mesajı mı vermek
istiyordu insanlara? Böyle düşünmek midesini bulandırdı. Kendi samimiyetsizliği
canını acıtmıştı. Seks kısmını da hiç kabul etmiyordu. Hatta seks onun için çok
önemsiz kalemlerden biriydi. Sonuçta seks ilişkinin önemli bir unsuruydu ve
erkekleri seks düşkünü olmakla suçlayarak aslında kendi seks problemlerini mi
kapatmaya çalışıyordu? Bu noktayı şimdilik es geçip sonra tekrar bakmaya karar
verdi. Çok önemli bir mevzuydu, kısaca üstünden geçmek aptallık olurdu. Geriye
ne kalmıştı? Cimrilik. Hayır, asla kabul etmiyordu, kesinlikle cimri değildi!
Parasını düşünmeden harcardı mesela. Ya da çevresine çok rahatlıkla verir,
hesapları hiç gocunmadan öderdi. Ve bu yönüyle de çok övünürdü. Bu şu demek oluyordu o halde, ya içinde var
olan cimri yönünü kapatmak için bu denli bonkör davranıyor ya da bonkörlüğünün
altını öylesine çiziyordu ki hayatında cimri olan insanlara ihtiyacı vardı.
Gittiği grup terapisinde öğrenmişti. Kendimizde altını çizdiğimiz yanlar, en
sevdiğimiz özelliklerimiz, bizi biz yapan özellikler aslında en çok bizi
yıpratan özelliklerimizdi. Çünkü titizim dediğimizde örneğin, hayatımıza hep
pasaklı insanları çekiyor sonra da bundan yakınıyorduk. Nitekim pasaklılar
olmazsa bizim titiz olmamızın bir anlamı kalmayacaktı. O zaman bu kadar
bonkörlüğünün altını çizmese örneğin o zaman cimri adamlara ihtiyaç
duymayacaktı. Tüm bu farkındalıklar da bir bir yüzünde bir tokat gibi patladı.
Kendiyle ilgili tüm öğrendikleri canını acıtıyordu. Yıllardır suçladığı adamlar
hep kendine ayna tutmuşlar, onu ona yansıtmışlardı demek ki. Bu durum,
adamların başka kadınlara tavırlarının farklı olmasını da çok güzel
açıklıyordu. Gece saat 2 olmuştu, gözleri kan çanağı gibiydi, kesik kesik nefes
alıyordu. Ama bir yandan da yüreğinin üzerinden bir yük kalkmıştı sanki. Rahatlamıştı.
Bunları keşfetmesi ileride yeni bir sarmala girmesini engelleyecekti belli ki. Peki,
ama tüm bu farkındalıklarla, yani kendisiyle ne yapacaktı? Hep aynı şeyleri
yapıp farklı bir sonuç bekleyemezdi. Cevap açıktı kırmızının ölmesi
gerekiyordu. Kırmızı ölecek ve
küllerinden yeni bir Selin doğacaktı. Tüm o listedekileri değiştirmek için
kendisiyle çalışacaktı. En önce kendine dürüst olacak, listesini hiç
unutmayacak, gerekirse tekrar tekrar üzerinden geçecekti. Bugüne kadar
öğrendiği bir şey varsa şu hayatta kendisinden başka hiç kimseyi
değiştiremeyeceğiydi. O nedenle de madem erkekleri değiştiremiyordu, kendini
yalnızlığa mahkum etmişti ve bu fikir onu depresyona sokmuştu ama şimdi
kendiyle ilgili bu gerçekleri keşfetmek ona bir umut ışığı doğurmuştu.
Erkeklerde değiştirmek istediği her kalemi kendi üzerinde değiştirecek ve
sonuca bakacaktı. Artık güzel bir ilişkiye yelken açabilecekti, ah ne güzel bir
mutluluktu bu. Meğer her şey temelde çok basitti. Son zamanlarda sürekli karşısına
çıkan bir cümleyi hatırladı “Sen değiş dünya değişsin!”<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Odasına gidip, akarak yüzünü kapkara yapan makyajını
temizledi. Aynadaki aksine gülümsüyordu. Boynundaki kırmızı fuları, bir daha
takmamak üzere sakince çıkarıp komedinin üzerine bıraktı. Yarın yepyeni bir
gündü. Sabah giyeceklerini hazırladı. Yeni aldığı yeşil kazağını dar kalem
eteğinin üzerine özenle yerleştirdi. Hayat güzeldi.</span><o:p></o:p></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-25632501086692922372014-12-12T05:23:00.000-08:002014-12-12T05:23:38.859-08:00YENİ YIL ÇEVRE DİLEK LİSTESİ<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-6DJ_z8ftB1I/VIrrs3OI23I/AAAAAAAAAb0/85jPLctAdY0/s1600/Yilbasi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-6DJ_z8ftB1I/VIrrs3OI23I/AAAAAAAAAb0/85jPLctAdY0/s1600/Yilbasi.jpg" height="266" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Aşağı sokağımdaki Çiçek Apartmanı 4 numaranın apartman
boşluğuna bir yılbaşı ağacı koyulsun istiyorum. Şöyle dalları süslensin
ışıklandırılsın, akşamları önünden geçerken kocaman camların ardından bana göz kırpsın.
Tam Çiçek Apartmanın çaprazındaki bir süredir boş duran, güzel bahçeli büyük dükkâna
da bir kafe açılsın, Avrupa’dakiler gibi. Yazları bahçesi dolsun, kışları
içeride kahkahaları yükselen, bir şeyler yiyip içen insanları izleyim
penceresinden. Tam sokağıma döndüğümde sağda duran büsbüyük çöp tenekesi
kaldırılsın, onun yerine o kocaman çınar ağaçlarından dikilsin. Yürürken
topuğumun içine girdiği, yağmurlu günlerde basmamla üzerime birikmiş suyu
fışkırtan uzay boşluğundaki avare yıldızlar misali yerle ve yanındaki diğer
taşla bağlantısını kaybetmiş kaldırım taşları değiştirilsin. Islak havada üzerine basınca kaymamı sağlayan görme
engelliler için koyulduğu iddia edilen o sarı biçimsiz plastik düzlemler yerine
de daha işlevsel bir şeyler koyulsun. Çöp tenekesini geçince yükselen büyük
pencereli apartmanın sol bahçe katındaki çok sevdiğim evde oturan yaşlı komşu
teyze kalın perdelerini biraz aralasın ki bakmak için mazıların arasından
kafamı zürafalar gibi içeri doğru uzatmayım. Sokak köpeklerimiz bazı saldırgan
tavırlarını sergilemesinler, grup halinde dolaşmak zorunda değiller, sakin
sakin de yürüyebilirler. Hatta öyle uslu uslu yürürlerse kafalarını bile
okşayabilirim. Kara kedimiz çılgın tiz sesiyle bağırıp uçarak karşıya geçmesin yüreğim
ağzıma geliyor. Yıldız Marketteki suratsız yaşlı amca daha güler yüzlü bir
bakkal amcayla yer değiştirsin. Acil durumlarda aradığımda “gönderemem çocuk
şimdi dışarda” demesin. Karşı apartmanın kapıcısı beyin neden sürekli canı
sıkkın? Merhaba deyince zorla karşılık
veriyor. Zorla değil severek karşılık versin. Kapıcımız Mustafa ağabey benim
çöpümü almamak için ben tam eve gelmeden beş dakika önce çöp toplama işini
bitirmesin. Yıllar önce çirkin bir pot kırdığımdan beri sıcak ilişkiler
kuramadığımız tam karşı dairemde oturan komşularımın yerine eğlenceli, esprili,
anlayışlı ve komşuluk ilişkilerinden zevk alan yalnız bir yakışıklı yerleşsin
ki şeker filan bittiğinde zorluk çekmeyeyim. <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">İşte yeni yıldan çevrem için dilediğim dileklerim bunlar. Açıkça
görüldüğü üzere dileğim “değişim” bu bağlamda listemi anlamlı bir sözle
noktalamak istiyorum: “Çevren değişsin sen değiş!” yoksa “Sen değiş dünya
değişsin!” miydi o söz? Her neyse….</span><o:p></o:p></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-67077725077512213572014-11-28T13:12:00.001-08:002014-11-28T13:12:09.267-08:00<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-e752m1Ka-Io/VHjlGzAvWRI/AAAAAAAAAbk/DQvsfaXcBbU/s1600/10802008_392088604274751_1419792116228588555_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-e752m1Ka-Io/VHjlGzAvWRI/AAAAAAAAAbk/DQvsfaXcBbU/s1600/10802008_392088604274751_1419792116228588555_n.jpg" height="240" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Rezervasyonda hata yaptığı için beni çok zor durumda bırakan
görevliye sakince "beni çok durumda bıraktığını" hatırlattım ve çözüm
için yardım istedim. Bu olay bir kaç zaman önce yaşanmış olsaydı telefonda bile
o kadıncağız sağ çıkamazdı emin olun. Zira geride bıraktığım çok leşim vardı.
Hata yapanlara karşı katı tutumumun aslında kendime karşı hata affetmez tavrımdan
kaynaklandığını fark ettiğimden beri insanlara daha hoşgörülü davranmaya
çalışıyordum. İnsandım ve karşımdaki de insandı. Bunu kendime sık sık
hatırlatmam gerekiyordu yoksa sıfır hata beklentim yüzünden kendimi ve iş
hayatımda başkalarını paralamamam işten değildi. Özel hayatımda sorun yoktu
çünkü hatalar zincirleme hatalara neden olmuyordu ve hatalar sadece beni ve evi
ilgilendiriyordu ama iş ortamında ufak bir hata bile başkalarını etkiliyordu ve
bu çok büyük bir stres hissetmeme neden oluyordu. Gün bitmeye yakındı ama sabır
sınavım hala devam ediyordu. Akşam trafiğinde her deliğe yanlış giren, ilk
seferde asla bir sokağı bulamayan Bay Taksi Şoförüne yine sakince laf anlatmaya
çalışıyordum ama bu benim Kızılay da bir kaç zafer turu atmamı engelleyemedi.
İnanç sistemime göre hepimiz birdik, ben vücuttaki tırnaksam örneğin o da
tırnaktı ve diğer tırnağa zarar vermem bütüne yani temelde yine kendime zarar
vermem anlamına geliyordu. Bu gerçeği bilmeme rağmen Kızılayda o sokak benim bu
sokak senin gezerken sinirlerime hakim olmakta çok çok zorlanıyordum. Ve Bay
Taksi affetsindi ama kendisini elimden gelse evrenimden fırlatıverecektim çok
net! Yıpranmış sinir sistemimle bebeme yemek yapmak için mutfağa girerken bir
yandan da diğer insanları ve kendimi incitmeden hayat oyununa nasıl devam
edebilirim diye sesli düşünüyordum ki beklediğim cevap hemen gözümün önünde
beliriverdi. "Love". Mıknatıslı harflerle buzdolabımın üzerine
"Love" yazmıştım ama bir süredir "L" harfi kayıptı ve geri
kalan"ove" yazısı sinirimi bozuyordu. Günlerce eksik harfi aradım,
yoktu. Sanki yer yarılmış içine girmişti. Sevgiyi tekrar oluşturmam kolay
olmayacaktı anlaşılan. Yine de "ove" yazısını öyle bıraktım bir gün
tamamlanacağını umut ederek. İşte bu gün tam bu gün sevgi, dolabımdaki yerini
almıştı. Sanırım Safiye Hanım, Cevizin gizlice yürüttüğü bilimum malzemeyi
sakladığı paralel evreni keşfetmişti. "Sevgi" dolabımdaki yerini
almıştı peki ya kalbimdeki yerini? Eğer orda da tastamam alabilseydi, bu gün
öyle korkmuş, öfkeli ve çaresiz hissetmeyecektim. Neyseki evren bana işaretler
yoluyla unuttuğum anahtar kelimeyi hatırlatmanın bir yolunu bulmuştu. O an her
şey huzura kavuşmuştu ve ben artık ne öfke ne de anksiyete hissediyordum. Ah
hayat ne güzeldi. Aşktı, çiçekti, böcekti. Şaka şaka, hala biraz Bay Taksiyi
evrenimden atmak istiyorum ve Bayan Rezervasyon canımı sıkmaya devam ediyor,
ama biraz! "Love" yazısını görmek bile kalbimi ısıttı tınısını çok
severim ben. Bir de işaretler... Onları da severim...</span><o:p></o:p></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-86163425022217785222014-11-25T05:04:00.001-08:002014-11-25T05:06:04.931-08:00KAYIP CENNET<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-GwC6VjGlQ5I/VHR-PNZGRmI/AAAAAAAAAbU/iZBEqAtM-i8/s1600/William_Blake_-_The_Temptation_and_Fall_of_Eve_(Illustration_to_Milton's_-Paradise_Lost-)_-_Google_Art_Project.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-GwC6VjGlQ5I/VHR-PNZGRmI/AAAAAAAAAbU/iZBEqAtM-i8/s1600/William_Blake_-_The_Temptation_and_Fall_of_Eve_(Illustration_to_Milton's_-Paradise_Lost-)_-_Google_Art_Project.jpg" /></a></div>
<br />
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><span style="font-size: large;">Cennet bir mekan değil, iç huzur ve huşu halidir. Cennete girdiğinde yani zihninin algısını geçmişe odaklamayıp, gelecek kaygını bertaraf ettiğinde ve sadece olanı yaşadığında dünya sanki aniden HD yayına geçmiş gibidir. Kişi ve olayları zihin süzgecinden geçirmeyip hakikat penceresinden baktığinda renkler canlılaşır ve o zamana kadar izlediğin yaşamının aslında siyah beyaz, eski teknoloji bir film olduğunu farkedersin. İşte bu noktada tüm yaratımı huşu içinde izlersin, yaratılan her şey bir mücevher gibi ışıldamaktadır ve sen bu zamana kadar nasıl bu kadar kör olup, gözündeki perdeyi kaldıramadığına ve hemen yanı başındaki cenneti farkedemediğine hayıflanırsın. Ve ola ki zihninin konuşmasına hatta seni kandırmasına izin verir, sana yasak meyveyi sunan şeytana boyun eğer, nefsine yenik düşersen cennetten tekrar kovuluverirsin. Cennetten kovulup ateşlerde yanman an meselesidir. Gerçekliğini yaşadığın dünya bu durumda seçimlerin doğrultusunda oluşturduğun cennetler ve cehennemler döngüsüyle devam ederken, yaratıcının sana vermiş olduğu özgür irade hediyesini cennet yaratacak seçimlerle kullanmamak aptallık olur. </span></span><br />
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><span style="font-size: large;"><br /></span></span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><span style="font-size: large;">Cehennem: Konuşan zihnin eline düşmüş, ateşlerde yanan bir benliğin içinde bulunduğu ruhsal durum</span></span><br />
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><span style="font-size: large;"><br /></span></span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><span style="font-size: large;">Cennet: Konuşan zihnin varlığını bilip fakat algısını o karmaşadan uzaklaştırmayı başarmış, hayatın olağan akışına güvenip kendini teslim etmiş benliğin dinginlik hali, iç huzur</span></span><br />
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><span style="font-size: large;"><br /></span></span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><span style="font-size: large;">Acı: Hayatın akışına direnerek olacak olanın önüne geçmek için harcanan beyhude çabanın bünyede yarattığı, fiziksel etkileri de olan, duygu durumu</span></span><br />
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><span style="font-size: large;"><br /></span></span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><span style="font-size: large;">Özgür irade: Yaratıcının insanoğluna bahşettiği, dünya oyununda seçim/ sonuç olgusunu deneyimlemesini sağlayan bir lütuf, mücevher</span></span><br />
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><span style="font-size: large;"><br /></span></span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><span style="font-size: large;">Cennetin yaratılması: Olacak olanın zaten kişi ve bütünün hayrına olacak şekilde sonuçlanacağını bilen benliğin, nefsin onu korkuya sürükleyen zihin oyunlarına gelmeden varlıklarını kabul edip, kendi özgür iradesiyle iç huzuru yani cenneti seçmesi hali</span></span><br />
<br />
<div>
</div>
<br />
<div style="-webkit-text-stroke-width: 0px; color: black; font-family: 'Times New Roman'; font-size: medium; font-style: normal; font-variant: normal; font-weight: normal; letter-spacing: normal; line-height: normal; margin: 0px; orphans: auto; text-align: start; text-indent: 0px; text-transform: none; white-space: normal; widows: auto; word-spacing: 0px;">
<span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><span style="font-size: large;"><br /></span></span><span style="background-color: rgba(255, 255, 255, 0);"><span style="font-size: large;">'Cennet bulman gereken bir yer değil, yapman gereken bir seçimdir.'</span></span></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-26954782246113955072014-11-22T01:15:00.000-08:002014-11-22T01:15:21.891-08:00<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-A_E3m_KA84M/VHBUIDze0PI/AAAAAAAAAa4/Sun1LlQ1ij4/s1600/uyuyan%2Bguzel.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-A_E3m_KA84M/VHBUIDze0PI/AAAAAAAAAa4/Sun1LlQ1ij4/s1600/uyuyan%2Bguzel.jpg" height="124" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Uyuklayan güzel" ufak bir nüansla benzer ismi
paylaştığı talihsiz prenses gibi sadece bir masal kahramanı değildi. O otuzlu
yaşların sonunda, son derece gerçek bir modern çağ insanıydı aynı zamanda. Daha
doğar doğmaz iyi kalpli akrabalar ona güzel dileklerini sunarken, kötü kalpli
kapitalist sistem perisi "yaşamak için değil, çalışmak için yaşa!"
dileğiyle onu sonsuz gibi görünen bir çarka mahkûm etmişti. Cuma akşamı güzel
bir plan yapabilecekken, kendini evinin salonunda, göbeğinde haftalardır
bitiremediği kitabı, bir yandan bilgisayarını başlatmak için sağ kolunu mümkün
olduğunca kanepenin sol köşesine doğru esnetir, bir yandan da sol eliyle
whatsapptan mesaj atan arkadaşının yazdıklarını görebilmek için telefonuna
uzanır buldu. Çapraz haldeyken neden bu saçma pozisyonda olduğunu düşünüyordu.
Bu kadar esneme onu biraz germişti ama olsundu flamenko hocası görse kesin
onunla gurur duyardı. Belki de sol kolunu bilgisayara uzatsa her şey onun için
daha kolay olacaktı ama Mouse’u kullanmak için sağ eline ihtiyacı vardı. O bir
sağlaktı. Tamam bazen de salaktı ama şimdi değil! Tüm bunları düşünürken
kızının tam olarak kapatamadığı televizyonun kapkara ekranındaki "sinyal
yok" yazısı sinsice ona göz kırptı. Kapatıp ekranı toptan karartmak
istedi. Keşke kumanda bedenine bu kadar uzak olmasaydı. Şu an elinde olsa
"uzaktan kumandanın adını, "uzak kumanda" olarak değiştirirdi.
Kumandanın üzerinde durduğu sehpaya koltuğunun uzaklığı gözüne bir Ankaralı
olarak, Atakule'nin Ümitköye uzaklığı kadar feci mesafeli göründü. Öyle
yorgundu ki saat on bir olmasına ve bunca uyarana rağmen yine de uyukluyordu.
Bu laneti bozabilecek tek şey yaratıcı ve özgür bir hayatın öpücüğüydü. Daha
önce bir çok kişi bu çarkı kırmayı denemiş ancak canavara yenik düşmüştü.
Bakalım bu öpücük gelip prensesi kurtarabilecek miydi?</span><o:p></o:p></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-12757416962068963562014-10-05T13:05:00.002-07:002014-12-17T08:21:44.145-08:00 <a href="http://4.bp.blogspot.com/-nOhaNMyHKg8/VJGqSYwSChI/AAAAAAAAAcE/ZJqD8czRivo/s1600/Koyun.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" src="http://4.bp.blogspot.com/-nOhaNMyHKg8/VJGqSYwSChI/AAAAAAAAAcE/ZJqD8czRivo/s1600/Koyun.jpg" height="258" width="320" /></a><br />
<span style="font-size: large;"><br /></span>
<span style="font-size: large;">Çok aşırı hayvan severken aynı zamanda çok ciddi bir etobursan Kurban Bayramında saf tutamazsın. Bu Bayram da her zamanki Kurban Bayramlarında olduğu gibi "kesmek vahşettir" ile "kurban eti harika" tartışmaları ortasında kalmışsındır. Kurban kesmezsin ama varsa kaçmaz, yersin. TV'de her sene olduğu gibi kaçak kesimcilerin elinden kurtulup kaçan koçları izleyip, "hadi kaç oğlum" nidaları eşliğinde desteklersin. İzlemek yüreğini burkar, en tatlı Bayram şeker bayramı diye geçirirsin içinden en azından kurban ettiğin tek şey pankreasındır! </span><br />
<div>
<br /></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-6820729322854194962014-10-01T08:54:00.004-07:002014-10-02T01:54:00.128-07:00BELKİ DE... <a href="http://1.bp.blogspot.com/-RUXkq4CVdiA/VCwjd5W_DuI/AAAAAAAAAao/jXIOhIkGoKo/s1600/1234787_10152809966180190_1446112910_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-RUXkq4CVdiA/VCwjd5W_DuI/AAAAAAAAAao/jXIOhIkGoKo/s1600/1234787_10152809966180190_1446112910_n.jpg" height="320" width="268" /></a><br />
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Belki de evrene gönderdiğimiz mesajları yemiyordur uzaylılar
hakikaten. Belki de dilek ve isteklerimiz gönderim sıramıza göre en en en
beklemediğimiz “istemediğimiz” anda gerçekleştirilmek üzere sıraya konulup,
fiziksel evrende hayata geçecekleri günü bekliyorlardır. Belki orda melek ya da
işte bu görevle iştigal eden bir takım varlıklar gelen mesajları okuyor,
üzerinde düşünüyor, en olmayacak zamanda da gerçekleştirip düşülen komik
durumlarla dalga geçiyorlardır. Ay ne bileyim? Ben zaten yaratıcının çok
eğlenceli bir espri anlayışı olduğunu daha önceki tecrübelerimde keşfetmiştim
ama şu sağ ve sol omzumuzda bulunan iyilik ve kötülüklerimizi yazan sevimli
melekler var ya onların da işin içinde olmasından şüpheleniyorum. Neden mi böyle düşünüyorum? Ya kardeşim
bilenler bilir, yıllarca her bindiğim uçak, tren gibi karşı cinsle uzun süre yan
yana seyahat edebileceğimiz tüm ulaşım araçlarında şöyle yakışıklı birinin
yanıma oturmasını dilerim. Bu artık bir oyun gibi oldu benim için. Uçağa
binenleri örneğin daha kapıda kalkış saatlerini beklerken incelerim.
Beğendiklerimi yanımdaki boş koltuğa çekmek için büyü, enerji, ışık yollama,
hipnoz filan gibi aktivitelere başvururum. Tamam, bu araçları tam olarak
kullanamıyor olabilirim ama yaratıcıya aramızdaki telepatik bağlantıyla kesin
mesaj atarım. “Lütfen, lütfen, lütfen benim yanıma otursun lütfen!” Zihnimden
bu mesajı verirken, yakışıklının nereye oturduğunu incelerim. Ya bir şekilde benim
yanımdan geçip arkalarda bir yere geçer ya da daha bana bile ulaşmadan öndeki
güzel kızın yanına oturur, kıl olurum. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Bir keresinde tam olarak yanımdaki koltuğa yaklaştırmayı
başardım baktım oturuyor tam “oleyyy”
diyecek ve sessizce yumruğumu havadan toplayıp dizime doğru çekecekken, son
anda elindeki yer numarasıyla yukarıdaki numaraları karşılaştırdı ve hoop
keskin bir hamleyle önümdeki koltuğa oturuverdi. O an yaşadığım şeyi biraz
hayal kırıklığı, küçük biraz kızgınlık ve “elimizden ne gelir” gülümsemesi
olarak tanımlayabilirim. Peki, ben yıldım mı? Hayır hiç! Olur mu öyle şey. Hep
bekledim. Beklerken de yanıma oturan hiç yakışıklı olmayan birçok adam, hiç
güzel olmayan sürüsüne bereket kadın, pek hoş havalı olan yine bilumum kadını
gözlemledim. Gelmiyordu ama gelecekti emindim. Ben de böylece bekledim bekledim
bekledim. Ta ki hiç ama hiç beklemediğim bu sabaha kadar. Ya arkadaş olur mu ya
olur mu ? Bu haksızlık değil mi? Komik mi ? Hayır hiç kesinlikle değil. Tamam biraz
olabilir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Baştan başlıyorum. Dün ofisimizin 25. Yıl kokteyli için
İstanbul’a gittik topluca. Çok fazla şey taşımayım diye kokteylde giyeceğim
kıyafetle gittim. Saçımı toplattım ve atkuyruğu postiş taktım. Gayet havalı
görünüyorum. Giderken sorun yok zaten ofistekilerle gideceğim için yanımdakiler
ofis arkadaşlarım, yanıma yakışıklı oturtma oyununu oynamadım. Kokteyl çok
güzel geçti. Beyaz şarapla hatta beyaz şaraplarla etkinliği tamamladım. Kokteyl
bitiminde İstanbul’da yaşayan yakın arkadaşlarımdan biriyle buluştum. Gece
devam ediyordu, bu kez bize Rose eşlik etti. Saat 23:30 gibi evdeydik. En
sevdiği filmi koydu arkadaşım yanına da bir Martini Bianco açtı ki pek
bayılırım hem de yeşil limonlu. Ben filmi yarım yamalak seyredip Martimi de
yarım yamalak içtim. Ama saati yine de 2 ettim. Saat 8’deki uçağım için 5:30’da
kalkmam lazım. Peki şimdi ben neden bu kadar ayrıntı veriyorum? Anlayın diye, beni
anlayın diye ühü ya ühü. Ağlamak istiyorum. Tüm uzun yolculuklar boyu o
yakışıklı yanıma otursun diye yalvardım ve oturdu en sonunda ama ne zaman
Allahım ne zaman? En en en çirkin, fena, bitmiş olduğum zaman . Bu haksızlık
değil de nedir sorarım size? Bir kere geceden makyajımı temizlemişim ama yine
de kalmış ve akmış. Hiç zamanım olmadığı için yüzümü bile yıkayamamışım. Bırak
yüzümü yıkamayı dişimi bile fırçalamamışım o derece yani. Üşürüm diye kokteyl
elbisemin altına kalın opak çorap giymişim, hem de ters! Saçımı alelacele
toplamışım, ucunda da postişimi tutturmuşum. Tutturmuşum diyorum çünkü
basbayağı eğreti duruyor. Dilimizde eşek ve kelebekle ilgili durumu çok iyi
ifade eden bir söylem vardır ya işte o vaziyet. Üstüm başım sigara kokuyor ama
tüm bunlar yetmiyor yetmiyor işte. Ayakkabımın da topuğu kırılıyor ve ben tam
oluyorum. Yani bu bir film karesi olsa abartmışlar derim. Ama yukardakiler
abartıyı gerçek hayatta kullanmayı seviyor nedense. Neyse lafı uzatmayım ben
kendimi baygın bir şekilde Havataş’a atıyorum. Tek istediğim biraz uyumak.
Nitekim havaalanına kırk dakikalık bir yolumuz var ve önce burada sonra uçakta
kestirsem ofiste uyuklamam. Pencere kenarına geçiyorum ve akşamdan kalmışlıktan
ne kadar nefret ettiğimi bir kez daha ve bininci kez hatırlıyorum ki o güzel
yüzünü uzaktan gösteriyor. İçimden dua ediyorum. Allahım “lütfen, lütfen,
lütfen yanıma oturmasın” . Ne acayip tüm o yıllar yanıma oturtmak için
uğraştığım yakışıklı yanıma oturmasın diye dua ediyorum ama o bana doğru yöneliyor.
Hassiktir şimdi sıçtık işte. Biraz kıpırdanıp toparlanmak istiyorum. Ama
mecalim yok. Bayağı böyle mecalim yok yani kıpırdayamıyorum. İçimdeki Jaws dım
dım dım dım dım dım dım dım…. diye şarkı söylüyor. Çantamı atıp boş koltuğu
kapatmak istiyorum ama nafile. Yakışıklı hızlı çekimle hoop yanıma
oturuveriyor. Otururken de bana pek hoş bir bakış atıyor. Ama ben aynı hoşlukla
karşılık veremiyorum. Ya bari dişlerimi fırçalasaydım. Hemen ağzıma bir şeker
atıveriyorum. Ne olur ne olmaz konuşmam gerekebilir belki. Neyse ben kolumu kolçağa
koyuyorum o da gelip kendi kolunu benimkinin üzerine koyuyor. Böyle kol kola
gidiyoruz tüm yol boyu. Ben hiç kıpırdayamıyorum, ayrıca uyurken kafam omzuna
düşer, ağzımdan uyku suyu akar diye de uyuyamıyorum hatta kestiremiyorum bile. Öyle
kapana kısılmış bir şekilde gidiyoruz gidiyoruz gidiyoruz ve ben onun mükemmel
profilini kaçamak bakışlarla seyrediyorum. Yani bu melekler beni çok
beklettikleri için sanırım ciddi kıyak geçmişler. Adamın güzelliğinin tarifi
yok o derece yani. Ama ne işe yarıyor ki ne işe yarıyor? Zaman geçiyor kolu
kolumda yolculuğa devam ediyoruz. Belki o ara içim geçmiş bilemiyorum ama bir kedi sesiyle
kendime geliyorum. Böyle miyav miyav otobüste bir kedi. Kendimi daha
toparlamadan boş bulunup “kedi mi var” diye içimden cılız bir ses çıkarıyorum. Bu
sabahımın ilk konuşması olduğundan travestiden hallice sesim. “Efendim?” der gibi
garip kocaman gözlerle bana bakıyor. Evet şimdi duruma bakalım. Yanımda harika
bir adam var, ben akşamdan kalma ve korkunç görünüyorum. Kolum adamın kolunun
altında mahsur kalmış, kıpırdayamıyorum, uyuyamıyorum ve ilk konuşmamı
yapacağım ve adama “kedi mi var?” diye bir soru soruyorum. Sanki ben Twitty
çizgi filmindeki Sylvester’ım anasını satayım. “Bir kedi gördüm sanki!” Peh,
neyse o an zamanın durmasını ve yok olmayı istiyorum. Zaman durmuyor ama otobüs
duruyor nihayet ve ben yakışıklının huzurunda yan koltuğunu, topuğum kırıldığından sekerek, terk ediyorum. Bu hikâyeden
çıkardığım dersler:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<div class="MsoListParagraphCxSpFirst" style="margin-left: 20.25pt; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span style="font-size: large;">1.
<!--[endif]-->Ne dilediğine dikkat et çünkü zamanlamayı sen değil şakacı melekler belirler<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="margin-left: 20.25pt; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span style="font-size: large;">2.
<!--[endif]-->Bakkala gitsen bile her daim bakımlı olmalısın<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoListParagraphCxSpLast" style="margin-left: 20.25pt; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span style="font-size: large;">3.
<!--[endif]-->Kediler her yerde olabilir sana ne! ( Bu arada kalkarken
farkettim en arkadaki kızın kucağında kedi çantası vardı. Hayal görmemişim yani)<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoListParagraphCxSpLast" style="margin-left: 20.25pt; mso-add-space: auto; mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;">
<span style="font-size: large;"><br /></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Son olarak yukardakine küçük kısa bir not: Bir şans daha
istiyorum lütfen, lütfen lütfen… </span> <o:p></o:p></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-87878857393629416172014-09-23T01:31:00.001-07:002014-09-23T01:32:55.991-07:00BİR GERİLİM HİKAYESİ<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-xJKpkzN5ZZo/VCEv1SsIPxI/AAAAAAAAAaY/OOVH-JOk5Mw/s1600/images.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-xJKpkzN5ZZo/VCEv1SsIPxI/AAAAAAAAAaY/OOVH-JOk5Mw/s1600/images.jpg" /></a></div>
<br style="background-color: white; color: #141823; font-family: Helvetica, Arial, 'lucida grande', tahoma, verdana, arial, sans-serif; font-size: 14px; line-height: 19.3199996948242px;" />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Patronunun arama melodisiyle alarmının aynı olması nedeniyle
her sabah stresle uyanmasına anlam veremeyen arkadaşının dayatmalarına
dayanamayıp, alarmını mutlu mesut bir melodi ile değiştirdiğinden, yani bu
sabahtan beri, kendini boşlukta gibi hissediyordu. Her sabah "patron mu
alarm mı, patron mu alarm mı?" ikilemiyle zınk diye yataktan fırlarken, bu
sabah miskin bir melodiyle uyanmıştı. Hayatında ki gerilimi azaltan arkadaşına
ver yansın etti zira gerilim olmadan nasıl yaşanacağını bilmiyordu. O
yetmişlerin ortalarında doğmuş her çocuk gibi "Freddy, Elm sokağı
kabusu" "Jaws" filan gibi filmlerle büyümüştü. Dım dım dım dım
dım dım...Biraz kafein ve çikolataya ihtiyacı vardı. Dolabı açıp boş Nutella
kavanozuyla karşılaştı ve umarsızca yerine geri koydu. Regl döneminde tatlı
krizine girip boş kavanozla karşılaşmak ekstra gerilim yaratabilirdi.
Önemsemedi. İşe gitmek için kapıdan çıkarken hırsız alarmını kurdu ama aklına
ani bir soru geldi. Kedinin suyunu değiştirmiş miydi? Ya camı kapatmış mıydı?
Suyu değiştirmek ve camı kapatmak için koştu. Saniyelerle yarışıyordu, her an
alarm çalıp sabahın köründe tüm apartmanı inletebilirdi. Son saniye kendini
dısarı atıp kapıyı çekti. Mazoşit miydi?Yoooo... Tamam belki biraz. Bir iki
Freddy içeri girdi, üç dört hemen kapıyı ört...</span><o:p></o:p></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-380217735328311871.post-67122218358605162712014-09-19T01:37:00.001-07:002014-09-19T01:37:32.246-07:00<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-JyIFG3geku0/VBvrP1RpbmI/AAAAAAAAAaI/ZtQbLIaQr-Q/s1600/kedi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-JyIFG3geku0/VBvrP1RpbmI/AAAAAAAAAaI/ZtQbLIaQr-Q/s1600/kedi.jpg" height="240" width="320" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Soylu kedigiller familyasının Tekir ailesine mensup, bir
yılı aşkın "seviyesiz" bir ilişki sürdürdüğümüz yavuklum Ceviz ile
biyolojik saatlerimiz hiç uymadığı gibi karakter, zevk ve arzularımız da taban
tabana zıt. O çok maceracı bir tip mesela, ekstrem sporları seviyor. O kadar ki
4. Kat penceresinden tam 4 kez gözünü kırpmadan atladı, benim yükseklik korkum
var. O yer sofrası seviyor, ben şık masaları. O ukala, kendini beğenmiş ve
mağrur, ben doğal, mütevazı, sevecen. O içe dönük, ben dışa. O tüm gece full
enerjik ayakta, ben uykuda. Sevişme saatlerimiz bile farklı anasını satayım. O
sabahın 6’sında sevişmek istiyor, ben sabah sabah yalanmaktan, öpülmekten,
dürtülmekten nefret ediyorum. Akşam gelse ya, sarılsa ya bana, koysam ya kafamı
tüylü göğsüne. Yok! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-size: large;">Aşkın gözü kördür derler ya; maşuğun ona uymayan tüm
davranışlarını es geçtiğinden, kör olan aşkın gözü değil bayağı aşığın gözü.
Çok net! Seviyorum uleynn…</span><o:p></o:p></div>
Biyolojikannehttp://www.blogger.com/profile/03182675297609902974noreply@blogger.com0