11 Şubat 2015 Çarşamba 0 yorum

ZEYTİN



Sabah 4.00’de kendimi salondaki koltuğumun en sevdiğim köşesinde bulduğumda, boynum plaj terlikleri gibi iki yastık ve kolçak arasında kıvrılmıştı. Ayağımda pandiflerim vardı fakat üzerimde mor battaniyem yoktu. Soğuktan büzüşmüştüm ama aldırmadım ve kendimi bir yarım saat daha aynı pozisyonda uyuttum. Ağrılarım artıp, soğuktan donmuş burnumu avucuma doldurduğum nefesle bile ısıtamaz hale geldiğimde, bir çırpıda kalkıp tüm ışıkları ve CD çaları, Derin’in gece lambasını kapattım. Her şeyi bu hızla yaparken aklımda tek bir şey vardı: Bu kadar uykum varken ağır yatak örtümü ve üzerindeki yastıkları nasıl kaldıracağım. Hayatta en çok üşendiğim şeylerde ikinci sırayı yatak örtüsü açmak rahatlıkla alabilirdi. Birinci sırada bulaşık makinesi boşaltmak, evde keyif yaparken bir Pazar öğleden sonrası Flamenko’ya gitmek ve ön ergen çocuğumu yıkanmaya ikna etmek vardı ki; tüm bunlar birinci sırayı aynı anda işgal ediyordu. Birinciliği hiç birine tek olarak veremezdim, bu haksızlık olurdu.
Bir çırpıda tüm ışıkları söndürmeye çalıştığım için Ceviz’in mama kabını fark etmedim, ta ki ayağıma çarptıktan sonra ufak parçacıklar mutfağımın her bir gizli kalmış bölgesine dağılıncaya kadar. O an bir şey oldu, gözlerim ve algım açıldı ve tüm dikkatimi kocaman pencerelerimden pırıldayan kar taneciklerine çevirdim. Allah’ım ne güzeldi kar yağıyordu. Yarına da tutacaktı belli ki. Ne yarını bu güne! Her neyse tutacaktı. Neredeyse sevinç çığlıkları atacaktım. Evet, biliyorum doğma büyüme Ankaralıyım. Evet, biliyorum her yıl kar gani gani yağıyor. Ama ben yine de o küçük kristaller gökyüzünden düşmeye başlayınca çocuk gibi seviniyorum. Mama taneciklerinin üzerinden zıplaya zıplaya sevinçle odama gittim. Ağır yatak örtümü kaldırdım ama o an, o iş bile bana ağır gelmiyordu. Ne eğlenceliydi kar. Bir kaç saat sonra uyandığımda da aynı ruh hali içerisindeydim. Neşeli, eğlenceli, sevgi dolu. Çok sevgi doluydum, hatta öyle çok sevgi doluydum ki, göğsüm sanki yanıyor gibiydi. Belki de gastrit problemimdendi bu yanma hali ama önemi yoktu sevgi doluydum işte.
Sonra 10 yıl beraber çalıştığım bir arkadaşım kendi yoluna gitme kararını hayata geçirdi. Ayrılık acısı yaşadım. Bayağı böyle bildiğin ayrılık acısı. Şehir değiştirdiği filan yoktu, buralarda olacaktı ama olsundu. Gidiyordu neticede! Gözyaşlarım göz pınarlarımın önünde japon çizgi filmlerindeki gibi ışıldayıp, titremeye başladığında devamının geleceğini tahmin etmemiştim. Fakat geldi. Böyle böğürerek ağlamak istiyordum ama ayıptı. Hem ofiste yalnız kalacağın ufacık bir nokta bile yoktu. Açık ofisin en büyük dezavantajlarından biri, insani her duygunu diğerleriyle birlikte yaşama zorunluluğudur. Kendi kendine gönül rahatlığıyla böğüremezsin. Ben de böğürmedim, böyle sessiz sessiz ağladım. Sonra mutfağa gidip zeytin yedim.

Sevgimi hiçbir şeye verememiştim. Ben de zeytine verdim.
10 Şubat 2015 Salı 0 yorum


Dönmek istiyorum bir kaç zamandır.
Ama böyle arkama dönmek değil
Birine dönmek de değil
Geriye dönmek hiç değil
Kendi etrafımda dönmek
Gezegenler gibi
Evrendeki her şey gibi
Çocukluğumdaki gibi
Annemin jüponunu giydiğimde yaptığım gibi
Jüponun, dönüş hızıma göre savruluşunu izleyerek
Renkler karışana, her şey tek bir çizgi olana,
Başım fırıl fırıl dönene, düşene kadar dönmek.

Belki de çok hızlı dönersem bir hiç olabilirim ya da her şey...
 
;