25 Şubat 2011 Cuma 0 yorum

NOSTALJİ

Kızıma "evladım" diye seslenmeye bayılıyorum:

"Evladım bi su getiriver" (hiç getirmedi şimdiye kadar ama olsun tınlaması hoşuma gidiyor)
"Ödevini yaptın mı evladım?"( bu da pek olmadı aslında, tüm ödevleri beraber yaptığımız için. Birinci sınıftan nefret ediyorum, ıykk)
"Evladım çorabını giy, üşüteceksin" (ha işte bunu çok sık söylüyorum:))
"Koşma evladım komşular gelecek" (ama o 33 numara ayaklardan o hayvani sesler nasıl çıkıyo ya)
"Evladım, sen de merhaba desene. Bak çocuk seninle tanışmak istiyor" (peh çok da fifi)
"Hadi evladım, hadi hadi" (bu "hadi" kelimesi var ya, bence anne olunca otomatik yükleniyo bünyeye. Yani hiç demiyorsam sabahları en az bi 75 kere diyorumdur herhalde)

Çok babannevari di mi? Evet biliyorum ama ben çok seviyorum ya. Nostalji, yani geçmişe özlem dedikleri bu olsa gerek. Yani başka ne olabilir ki? Evet evet kesin bu
24 Şubat 2011 Perşembe 9 yorum

ÖNDEKİ ARACI TAKİP ET


Siz hiç filmlerdeki gibi bi aracı taksiyle takip ettiniz mi? Ben ettim valla, hem de bir belediye otobüsünü. Yine kulağa aptalca geliyor biliyorum ama benim başıma gelen hikayeler kulağa hep tuhaf geliyor ama tümünü anlatınca kendi içinde bir bütünlüğü var yemin ederim.
Hayatta en dayanamadığım, baktıkça kendimden geçtiğim kişisel eşyalarım ayakkabılarımdır. Her hafta bir ayakkabı alsam yine de sıkılmam o kadar yani. Gerçi bu aralar ayakkabı perhizindeyim, yeni evimde koyacak yer bulamıyorum. Hepsi gözümün önünde olmayınca da hatırlayıp giyemiyorum. Neyse uzun lafın kısası ayakkabılara aşığım ve o dönem yeni bir ayakkabı almışım. Böyle siyah, yüksek ökçeli, bilekten bağlamalı, fiyonklu Guess marka nefis bi parça. Ankaranın çukurlu yollarında yürüyemediğimden mücevherlerimi torbaya koymuşum, ayağımda siyah spor ayakkabılarım var. Tüm şıklığım torbadaki mücevherler ayağımda olmadığından bozulmuş, hızlı hızlı yürüyorum kızı okuldan alıcam. Alıyorum da nitekim, anneme gitmek için 413’ e biniyoruz. Bilenler bilir, 413 Çankaya civarında en çok geçen otobüstür, her 3-5 dakikada bir yeni bi tanesi geçer. Kızla bir yer bulup oturuyoruz, bayağı tıklım tıklım otobüs. Durakta indiğimizde elimde torbamın olmadığını farkediyorum. O anki yaşadığım ani üzüntüyü kelimelerle ifade etmem mümkün değil gerçekten. Yani sanki yangında tüm malımı mülkümü kaybettim, üstüne de beni işten attılar. Koşarak kızı annemlere bırakıyorum, ben hoooppp bi taksiye atlıyorum. “Önümüzdeki belediye otobüsünü takip et” diyorum şoföre.
“Hangi belediye otobüsü apla?” diyor.
Adam haklı önümüzde bi belediye otobüsü filan yok nitekim.
“Sen sür, biraz hızlı sür hatta. Karşımıza çıkacak birazdan”
O kadar endişeliyim ki, tüm yol boyunca hop oturup hop kalkıyorum. Nihayetinde bir 413’e rastlıyoruz.
“Önüne kır” diye hafif bir çığlık atıyorum.
Tam durağın önünde hakkaten de otobüsün önüne kırıyor. Koşarak otobüse biniyorum. O kadar telaşlıyım ki, yolcular bana müsaade ediyor. Şoföre biraz önce o otobüsten indiğimi, elimdeki torbayı unuttuğumu söylüyorum. Sonra da kalabalığı yararak oturduğum yere geliyorum. Ama torba morba yok tabii. Koşarak iniyorum. Kendi taksime atlıyorum tekrar. Bu arada benim taksi tüm trafiği dağıtmış, dörtleri yakmış beni bekliyor.
Şoföre:
“Bu otobüs değilmiş, daha hızlı sür bir öndeki olmalı” diyorum.
“Apla sen 413 den bahsediyorsun, her beş dakika da bir geldiği hesaplanırsa bizim senin torbayı unuttuğun otobüse ulaşmamız pek mümkün değil” diyor.
Sinirli bir şekilde “sen devam et” diyorum. Fikrini soracak olsam zaten sorardım di mi cık cık cık.
Bir, iki, üç, beş tam altı tane 413 durduruyoruz yol boyu. Adam iyice meraklanıyor. Ne olabilir ki o torbanın içinde? En sonunda dayanamayıp soruyor. Ne diyeceğimi şaşırıyorum. Ayakkabılarım desem, hayatta bir ayakkabı için gösterdiğim çabaya inanmaz. Zaten ben de o kadar koket görünmek istemiyorum. Hemen hızlıca bişeyler yazmaya çalışıyorum ama nafile. Hadi çalıştır saksıyı Banu. Birden meraklı gözlerle bana dikiz aynasından bakmakta olan şoförüme yaşlı gözlerle bakarak karşılık veriyorum.
“Geçen sene kaybettiğim babaannemin bana aldığı son hediyeydi”.
“Çok üzüldüm apla, başın sağolsun” diyor.
Ohhh zekice bir hareketle adamı savuşturdum. Gerçi “neydi o hediye apla?” diye sorsa sıçmıştım biraz ama neyse.
Velhasıl 6-7 otobüs durdurduktan sonra adam vazgeçmemizi söylüyor.
“Nereye parkeder otobüsler işleri bitince?” diyorum.
“Altınpark” diyor. Ama yüzünde pis bir gülümseme var.
“Tamam Altınpark anasının nikahı biliyorum, taksi parası bayağı bir yüklü tutacak. Ama şuan elimde hiçbirşey yok diye” düşünüyorum. “Zaten yolun yarısına geldik, en azından torbamı bulma şansım hala var”.
Bir yandan akşam bayağı da bastırıyor. Kızımla ve annemle sürekli telefondayım. Ya nedir bu akşam akşam başıma gelen.
Otobüslerin durduğu yer hiç de hayalimdeki bir yer değilmiş ki. Böyle sıra sıra ceset otobüsler yolun kenarına dizilmişler. Ufacık bir klübe var içinde soba yanıyor. Sobanın başında otobüs şoförü amcalar. Nerden mi biliyorum? Yüzüme o ağlak ifadeyi takarak içeri girdim taksiden indikten sonra. Kırmızı paltolu, ağlak suratlı, 30 lu yaşlarda bir kadının öyle fütursuzca içeri girdiğini gördüklerinde yerlerinden kalktılar. Artık biraz da kaşarlanmış olan hikayemi onlara da anlattım. Durumuma öyle çok üzüldüler ki, kendimi nefret edilesi hissettim ya. Offf offf.
Neyse tüm otoobüsleri aradık. Yok yok yok. Benim cici, güzel, harika, 40 numara pabuçlarım muhtemelen onların güzelliğinden hiç anlamayan salak bir karının kolunda gitti. Hay Allahım çıldıracağım yahu. Ayakkabılar gitti bir de 60 TL kaçtı bana. O an gerçekten japon çizgifilmlerindeki kahramanlar gibi iki yandan gözyaşlarımı fıskiye misali fışkırtırcasına ağlamak istiyorum. Durumuma öyle çok üzülen bir şoför amca “hadi sakinleş kızım seni evine bırakalım” diyor. “Tamam” diyorum boyun eğerek. Beni 413 numaralı halk otobüsüyle eve bırakmalarına müsaade ediyorum.
Şaka yapmıyorum eve halk otobüsüyle bırakıldım. Ve hikayenin en ama en güzel tarafı aklımda yanan bir ampül sayesinde neredeyse çığlık atacak olmamdı. . Hani geçmişte olanları tek tek tararsınız ya, bende aklımda öyle bir tarama yaptım nasıl bırakmış olacağıma dair. Veeee bingo! Saniye saniye gözümün önüne geldi görüntüler, Kızı ve montunu alıyorum. Montu giydirirken ayakkabıları kreşdeki sandalyeye bırakıyorum. Ayakkabılar kreşteeeeJ Hay Allahım sen ne büyüksün Şoför amca beni dikiz aynasından dikizlerken yüzümdeki kocaman gülümsemeye engel olmam çok zordu ama nasıl sevinmezdim ya. Neyse bu hikaye de böyle bitti.
Elimde Guess ayakkabılarım, kıçıma kaçmış 60 TL veeeeee Amerikan filmlerindeki gibi hep yaşamayı arzu ettiğim bir kovalamaca sahnesi. Hmmm hiç fena değil…
0 yorum

BAĞIMLILIKLAR

Yıllarca “bağımlılık” karşıtı konuşmalar yaptım ben:

“Nnnnbağımlılık mı? Asla bir şeye nnnnbağlanmam ben, yani “bağlılık” tamam ama “bağımlılık” ciddi bir psikolojik problem bence”.

“Mesela sigara, 18’imden beri arada bir içkinin yanında içerim ama hiç bağımlı olmadım. Yani insan iradesine nasıl yenik düşer ki?”

"Yani abijim herşeyi deneyeceksin ama dozunda. Ayarı bilemezsen, ipin ucunu kaçırırsın!"

“Yazık, yazık kendini bir şeye tutsak etmek ne üzücü!”

“Bazı insanlar, sevdiklerini sandıklarını insanlara karşı “bağımlılık” hissediyorlar. Bu zayıflık değil de nedir?”

Vesaire, vesaire, vesaire… Bunca ahkamdan sonra sen git sikindirik bir web sitesine tutul ya. Evet itiraf ediyorum. 36 yaşındayım, 3 yıldır ciddi Facebook bağımlısıyım. Eee ne olacak şimdi, yatarak tedavi mi???

0 yorum

KAYBETTİĞİN TARLALAR SENİNDİR


“Kaybettiğin tarlalar senindir”. Büyük bir düşünür demiş. Valla adını şimdi hatırlayamayacağım ama büyük bi düşünür yani. Hazreti Google’da sağolsun adını bulmam konusunda bana pek yardımcı olmadı. Desteksiz atmayı sevmiyorum aslında, isim ve kaynak vererek desteklemek isterdim ama hakkaten bilemedim şimdi neyse.

Güzel söz ama di mi ya? Yani ilk duyduğumda böyle bir düşünen adamı tebrik edesim geldi. Şimdi tarla benim hayatımda neyi temsil ediyorsa artık (neyi temsil ediyorsa ne demek, herkesin hayatında neyi temsil ediyorsa, iş fırsatları, bazı arkadaşlıklar ama en çok da aşk) onu kaybettiğimde bir süre sonra dönüp dolaşıp yine benim oluyor. Bumerang gibi ne acayip di mi? Ama burdaki asıl mevzu işte senin onu artık isteyip istemediğin…

 
;