9 Aralık 2015 Çarşamba 3 yorum

Saat 6:40 gibi bir şey. Gözlerim yarı kapalı olduğu için telefonun saatini ancak bu kadar görebiliyorum. Kendimi tuvalete taşımam lazım. Akşam yediğim karpuz boş durmamış, beni sıkıştırıyor. Karpuzun nasıl olup da sıvı halini koruyarak tekrar top şeklini alıp mesaneme yerleştiğini merak ediyorum. Hayır hamileliği hiç özlememişim ve evet küçük parmaklar feda etmek içindir. Ben de kapının eşiğine vurmak suretiyle sağ küçük parmağımı feda ediyorum. Gelecekte küçük parmaklarımız olmayacakmış haberiniz olsun bu arada, doktor olan bir arkadaşım söylemişti. Hatta neredeyse varlığı mikroskopla görülebilecek küçük parmağıma yarı tiksintiyle bakıp “sen evrimin bir parçasısın yakında küçük parmaklara ihtiyaç duyulmayacak” demişti de tuhaf bir gurura kapılmıştım evren beni seçti diye. Acısını dindirmek için ayağımı avucumda sıkıp bir yandan da sıçrayarak kendimi tuvalete atıyorum. Acısını dindirmek için ayağımı elime alıp sevgiyle sıktığım gibi kalbimi de sıkabilsem keşke diye geçiriyorum içimden.

Kalbimi sıkamıyorum ama bacaklarım ve popomun bir kısmı ıslak klozetin üzerine yayılınca dişlerimi sıkıyorum. Baba ya…Unutmuşum ben erkeklerin klozetin kapağını kaldırmadıklarında kapağa damlattıklarını. Ve ayakta işeyemeyen zavallı dişilerin bu damlalardan nasibini aldıklarını. Bir hışımla salona gidip “Baba lütfen bundan sonra klozetin kapağını kaldırır mısın tuvaletini yaparken? Gerçekten çişin bacaklarıma bulaşmasından nefret ediyorum” demek istiyorum öfkeyle. Ama onun yerine “Ne kadar sallarsan salla dona düşer son damla” diyorum kendi kendime. Sabahın köründe, kocayla yapılacak kavgayı babayla yapmayım diye çişli klozette oturup kendi kendine kıkırdayan bir deliyim ben. Ayrıca karpuzun kendini kanalizasyona bırakması tahminimden uzun sürüyor. Bana dakikalar gibi gelen bir süredir buradayım.

Kolumu biraz daha uzatabilsem şu şampuana uzanabilir miyim ki acaba? Bu arada hazır fırsat yakalamışken tüm şampuan arkası yazıcılarına sesleniyorum. Bence muhteviyattan daha eğlenceli şeyler yazmalısınız. Ne bileyim “Azimli sıçan betonu deler” gibi motive edici sözler ya da kıssadan hisse hikayeler filan belki. Okunmuyor sanıyorsunuz ama yanılıyorsunuz. Tuvalette elimiz kolumuz bağlıyken bazen çok sıkılıyoruz ve şampuanların, saç kremlerinin içeriklerini ezberliyoruz biz. Hatta bu konuda uzmanlığı olanlar bile oluyor. Onlar artık çoğu zaman duş jellerine filan geçmiş oluyorlar.

Aaa hala orada bu arada. Göz göze geliyoruz. Daha doğrusu benim gözlerim onun üzerinde. Ne zamandır orada acaba üç gün mü oldu? Ya da beş? Milim kıpırdamamış. İçinden diş macununu çıkarıp dolabın üzerine koyarken bir süre sonra sıkılıp orayı terkedeceğini, yürüyüp gideceğini ummuştum. Ama yürümemiş. Diş macunu kutuları yürümüyordur belki de. Eğer yürümüyorsa bir süre sonra kendini imha ediyordur herhalde. Acaba kaç yüzyıl sürüyordur doğada yok olmaları? Evin çocuğu biliyor bence. Kılını bile kıpırdatmayıp ona söylenen hiç birşeyi asla yapmadığı, mesela bu kutuyu çöpe atmayı aklından bile geçirmediğine göre, onun bir süre sonra kendi kendini imha edeceğini biliyordur. Ya da belki de çocukların gözünün önünde bir perde vardır. Etrafta olan dağınıklık filan gibi şeyleri asla görüp farketmemelerini sağlıyordur. Bu perde anne olunca kalkıp gözler keskin birer dağınıklık ve çöp sensörlerine dönüşüyordur bilemiyorum. Baba olunca perdede yapısal bir değişiklik olduğunu sanmıyorum bu arada. Neyse sonuçta evin annesi olarak bu kutuyu yürütmek benim görevim tıpkı kendini yıkayamayan çamaşırları yıkamak, hareket edemeyen bulaşıkları makinaya dizmek, kendi kendini temizleyemeyen evi süpürüp silmek ve ayıklanıp bir çırpıda kendini pişiremeyen sebzeleri pişirmek benim görevim olduğu gibi.

Bak yine sırıtıyorum. Evrenin son halkası olduğundan küpküçük parmaklı, kalbini de acıyan ayağı gibi eline alıp iyileştirmek isteyen, şampuan arkası okuyup, diş macunu kutularının yürüyebileceğine inanan, bir erkekle yaşamanın tuhaflıklarını unutmuş ve ev işlerine uyuz olan bir anneyim ben! Bir mesane boşaltım süresince tüm hayatım bir film şeridi gibi zihnimin kıvrımlarından akıp gidiyor. Belki de ölmek böyle bir şeydir. Hadi kalk felsefe yapma duş al duş!!!
 
;