Pazartesi sendromu sadece Pazartesi gününe mi özeldir? Soruyu açıyorum Salı günü mesela "Pazartesi sendromu" hissedemez miyiz? Bugün yaşadığım yüreğimin üzerine öküz oturmuş gibi olması hissi "tatil sonrası sendromu" mudur yoksa "Pazartesi sendromu"nun yansıması mıdır? Bu ve bunun gibi sorunsallar... Ben gidiyim üstüme sıcak bi kahve dökiyim ayılmak için zira bugünki kahve içme limitimi doldurdum
“Allah Allah, Allah Allah Allahhh!!! Elin bebeleri getiriyor
kızımızın kazaklarını artık. Neymiş kızım dün akşam evlerinde bırakmışmış. Bak
bak bak bak, ne işin var senin elin herifinin evinde akşam vakti, ne işin var?
Mahmut, bu kızlar iyice ipin ucunu kaçırdılar yürü gidiyoruz burdan.”
“Abi merak etme çocuk yanlış ifade etmiştir. Belki evlerine
uğramışlardır kısa bir süreliğine. Anası babası var nitekim. Bunlar daha 15 –
16 yaşında bebeler. Ne işleri var bizim kızların orda?”
“Ha ben de onu diyorum, ne işleri var bizim kızların bu
bebelerin evinde diyorum?”
Bu mahiyette devam eden bir sürü diyalog. Bağırışmalarını
duyduğunuz kişiler babamla amcam. Ben mi nerdeyim? Banyoya kilitledim kendimi ortalığın
sakinleşmesini bekliyorum. Görüldüğü
üzere babam daha sert, amcama kıyasla daha tipik bir Türk erkeği, amcam ise
daha yumuşak başlı babamı sakinleştirmeye çalışıyor. Aslında babam çok da
haksız sayılmaz bence. Dün akşam sitede oturuyoruz diye evden çıkıp bu
bebelerin evine giden iki salağız biz. Kuzenimle ben! Diğer üçüncü salak da benim
ilk öpüştüğüm çocuk. Akşam evlerinde kalan merserize kazağımı getirip babama
teslim ederek babamın da dün akşam dan haberi olmasını sağlayan kişi! Aslında
akşam haberlerine verse daha az kişinin haberi olurdu emin olun. Sesleri duyan
annem ve yengem de konuşmalara katılıyor, ooo curcunayı görün siz şimdi.
Tamam hikayeyi baştan anlatıyorum.
15 yaşlarında filan olmalıyız, kuzenimle ben yani. Aramızda
sadece üç ay var. Kendisinden üç ay da olsa yaşlı olduğumu kafama kakar durur.
Ben daha sakin ve temkinli bir çocuğum. Kuzenim ise daha fırlama bir kız.
Hayatımızı eğlenceli hale getirmek için elinden geleni ardına koymaz. O yaz hep
beraber Mersin yakınlarında bir siteye gitmeye karar vermişiz. Denizin dibinde
kurulmuş güzel bir site burası. Amcamlarla iki yanyana daire kiralamışız, sabah
deniz akşam sitedeki gençlerle muhabbet, bazen site diskosunda birkaç dans.
Ohhh keyfimize diyecek yok. Ama en geç gece 12’de evde olmak zorundayız. Evet tahmin
ettiğiniz üzere balkabağına dönüşüyoruz, yani şöyle ki eve zamanında gelmezsek
babam bizi press etmek suretiyle kabak ezmesine dönüştürüyor, yani yapabilir
denemiyoruz bileJ
Ben tüm o yaşa kadar platonik aşklar yaşamışım. Hep okulun
en yakışıklı, en havalı, en piç bebelerine aşık olmuşum onlar da benim
varlığımı farketmemişler bile. Uzun lafın kısası ne henüz ilk öpüşmemi
yaşamışım ne de bir yakışıklı bana çıkma teklif etmiş.
“Artık bu yaz en azından ilk öpüşmeni yaşaman lazım” diyor
kuzenim, sanki kırk yıldır birileriyle öpüşüyormuş gibi.
“İyi de” diyorum “kiminle?”
“E işte Murat’ın arkadaşı esmer çocuk var ya, hani
beğenmiştin sen onu, hoş çocuk demiştin.”
“Yahu hoş çocuk tabii de yanındaki sarışın ne olacak?”
“Ha o mu? Gidiyomuş yarın o”
“Sen nereden öğrendin?”
“Ya ne çok soru soruyosun Banu, sen tamam de gerisini bana
bırak”
“Tamam” diyorum ve gerisini ona bırakıyorum. Hakkaten de
ertesi gün sarışın gidiyor ve yakışıklı bana kalıyor. Hemen kuzenim, kendi beğendiği
çocuk ve benim yakışıklıyla bir dörtlü buluşma ayarlıyor. Deniz kıyısında
buluşacağız, biz erken inmişiz bekliyoruz. Ve uzaktan “yürüyen hormonlar”
görünüyor. Ergen bebelere “yürüyen hormon” adını taktım ben. Ama öyle değiller
mi? Sürekli bir kıpır kıpır, kızları öpelim elleyelim derdindeler. Gerçi ergen
kızlar da öyle de, sanırım mahalle baskısı ve aile terbiyesi geyikleri yüzünden
kendilerini ifade etmeye çekiniyorlar. Neyse o gün ve diğer birkaç gün çok eğlenceli
ve romantik geçiyor. Tabii ki “yürüyen hormonlar” denizde ve fırsat buldukları
her sakin alanda oynaşma teşebbüsünde bulunuyorlar. Ama biz aile terbiyesi
görmüş kızlar olarak hemen ilk günden öpüşemeyiz. Tahmin ettiklerinden
zorlamıyorlar ancak bir iki güne bizi evlerine davet edecekler biz de kabul
edeceğiz.
“Ya iyi bok yedin gidiyoruz işte bebelerin evine. Ne
yapacağım ben şimdi nasıl öpüşülür ya bir göster bari? Offff Allahım iyice
rezil olacağım, iyice salak sanacak beni”
“Kızım abartma ya, al şu yastığı. Bak şimdi dudaklarını
arala yastığa ufak öpücükler ver. Sonra biraz daha ağzını açıp öpücüklere devam
et. Zaten o seni öptükçe sen de ona karşılık verirsin farklı bişey yapmana
gere.... Banuuu ne oluyo, ne debeleniyorsun?”
Debelenirim tabii. Konuşabilsem söyleyeceğim de
konuşamıyorum, yastık ağzıma yapıştı çıkarmaya uğraşıyorum. Dudaklarımı iyice
aralayınca dişlerimin üzerindeki teller yastığın yumuşak dokusuna takıldı. Kesin
çok salak görünüyorum. Kahkahalar eşliğinde kuzenim yardım ediyor da yastıktan
kurtuluyorum, bir süre de tellerimin üzerindeki takılmış iplikleri temizlemekle
uğraşıyoruz.
“Ya biraz rahat olsan
Banu” diyor kuzenim, soğukkanlılıkla. “Bak ne güzel ilk öpüşmeni ve ilk “petting” ini
yaşayacaksın.”
“Petting ne?”
“Yani sevişme gibi bişey işte.”
“Ne o öyle be, evcil hayvanlarla ilgili bişey sandım.”
Gülüşmeler.
Babamlara sitenin bahçesinde oturacağımızı söylüyor ve dördümüz
akşam ailesi evde olmayan yakışıklının evine gidiyoruz. Öyle heyecanlıyım ki
kalbim ağzımdan çıkacakmış gibi. Bir süre havadan sudan muhabbet ettikten sonra
yakışıklı tutup kolumdan beni odalardan birine götürüyor. Önce yanaklarıma
birkaç masum öpücük konduruyor. Sonra yavaş yavaş duduklarıma doğru bir hamle
yapıyor. Ben de yastıkla olan ilk deneyimimden sonra dudaklarımı aralıyorum ama
tellerimi dudaklarımın ardına gizliyorum bir yandan da. Maazallah çocuğun
dudaklarını, yastığın ipleri gibi tellerimden temizlemeye çalışmak çok acıklı
olur. Bir iki kere onun dişleriyle benim teller çarpışsa da şimdilik iyi
gidiyor gibiyim. Arada dudağını çizer gibi olduk ama o kadarına da katlansın
artık. Sonra yakışıklı, dudaklarım yerine yüzümü yalamaya karar veriyor. Yani
aslında öpüyor sanırım ama o kadar sulu ve vıcık vıcık ki ben yalıyor
sanıyorum. Bir süre sonra yüzümdeki damlalar birleşip yastığı şıpır şıpır
ıslatabilir o derece yani. Yüzümü bir şekilde temizlemem lazım yoksa
kusabilirim. İşte o an aklıma dahiyane bir fikir geliyor. Sıcak oldu
bahanesiyle, başıma sonradan bir sürü iş
açacağından habersiz olduğum merserize kazağımı çıkarıp koltuğun üzerine
fırlatıyorum. “Ohhh hem yüzümü sildim, hem de akıllıca bir hareketle dikkatini
yüzümden başka bir yere çekmiş oldum.” Yakışıklı bu kez boynumu öpmeye başlıyor
, tamam diyorum “petting” bu olsa gerek. Herif her yanımı yaladı şimdi de
havlamaya başlarsa hiç şaşırmam. Bir de kuzenim “petting” in evcil hayvanlarla
bir ilgisi yok diyordu. Birazdan kapı
tıklatılıyor. Kuzenim eve gitmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Ve ben salyalı
merserize kazağımı koltuğun üzerinde bırakarak eve doğru yol alıyorum.
Hikayenin gerisini biliyorsunuz zaten.
Yolda kuzenim heyecanla soruyor “nasıldı?”.
“Sulu” diye cevap veriyorum.
Herşeye rağmen çok güzel biten o yazın ardından bir yaz daha
geçiyor. Kızlarla mahallede oturuyoruz. Ayça yaklaşıyor yanımıza. Suratı sanki
birazdan üzerimize kusacakmış gibi. Hemen oturduğumuz kaldırım taşında kayıp
ona da yer veriyoruz. Kendisine uzattığı çekirdeği elinin
tersiyle itiveriyor:
“Ay çek şunu gözümün önünden yoksa üzerinize kusarım valla.”
“Ha evet diyorum, bize doğru yaklaşırken Ayça üzerimize
kusacakmış gibi görünüyor diyodum içimden. Ne oldu ki?”
“Sormayın ya diyor, Cengiz’lerden geliyorum.”
“Eeeee??” diyoruz hep bir ağızdan.
“E si bişey yok işte. Beni öpmeye çalıştı. Tamam dedim bu
sefer müsaade edeyim bari, sonuçta üç aydır bekliyor çocuk. Tam öpüşmeye başladık,
ağzıma geğirdi.”
“Ne?”
“Evet geğirdi böyle iğrenç bir şekilde sesli ve uzun. Ama
hadi geğirmek insani bişey diyelim. Ama sucuk yenir mi ya sucuk yenir mi? Yani
aylardan sonra çok istediğin bir kızı öpeceksin sucuk mu yersin Allah aşkına?.
Sonra da bir de “pardon” diyor. Sabah annesi yapmış da “hayır” diyememiş öküz”.
Yani arkadaşımızın o acıklı haline gülmek doğru değildi ama
gülmek de insani bir şeydi. Bizi affetsindi ama hikayesi çok komikti ya çok
komikti. Gülüşmelerimiz geçince kızlardan biri:
“Senin sucuk hikayen benim aklıma kendi hikayemi getirdi”
dedi. “Mahalleden bir çocuk vardı. Benden yaşça büyüktü çok beğeniyordum onu.
Bir gün arabasıyla gezmeyi teklif etti. Çok havalıydı çok. Hem çocuk havalıydı
hem arabası. Bir iki saat dolaştık,
akşam olmak üzereydi . Alacakaranlıkta manzaranın harika olduğunu söylediği bir
yere çekti arabayı. Ankara’da ne manzarası olacaksa peh! Neyse herşey çok
romantik o dakikaya kadar tabii. Sonra aniden öpmek için bana doğru eğildi. Allahım
o nasıl bir kokudur bildiğin sosis. Yok çocuğun ağzı filan kokmuyodu Allah
için, teni kokuyodu teni. Nasıl diye sormayın bilmiyorum hiç”.
“Bu ne ya?” dedim. “Susun artık kusacağım, biri sucuk der,
biri sosis, kendimi şarküteri dükkanında gibi hissettim valla!”
Kızlardan biri atlıyor, “valla benimki de çok şekerliydi
diyor”.
“O ne demek?” diyoruz.
“Sinemadaydık” diyor. “ Fıstıklı çikolata yiyordu yanımdaki
çocuk. Uzun zamandan sonra beni sinemaya götürmüştü. Korku filmiydi biraz ona
doğru yaklaştım korktuğum için. Onun da işine geldi tabii. İkimizde filmin en
korkunç sahnesinde aniden yüzlerimizi birbirine döndük. O kadar yakınlaştık ki birden beni öpmeye
başladı. Kızlar o fıstık kokusunu ve ağzımdaki fıstık tadını asla unutamam.
Iykkk. Bir de sinemadan çıkarken dudaklarım, çenem filan yapış yapış olmuştu.
Öpüşmeden önce bence naneli sakız filan çiğnenmeli ”
“Yok be” diyor Zeynep. “Ben ağzında sakız olan bi çocukla
öpüşmüştüm bi keresinde” . Sonra sakız nasıl olduysa benim ağzıma düştü, ben de
ne yapacağımı bilemedim yutuverdim sakızı, anın büyüsü toptan kaçtı tabii”.
Hepimiz gülmeye başlıyoruz.
“ En boktan hikaye de benimkisi” diyor Ayşe.
“Neymiş ki o?” diyorum.
Kızlardan “aa sen bilmiyor musun?” sesleri yükseliyor.
“Yoo” diyorum “off delirtmeyin de anlatın.”
Dinleyince en boktan hikayenin hakkaten de Ayşe’nin başına
geldiğine karar veriyorum. Okulun en popüler çocuğuyla öpüşmüş. Akıllarda yer
edecek bir öpüşmeymiş. Çocuk ertesi gün okulda herkese Ayşe’nin dudaklarının ne
kadar yumuşak olduğundan, ne harika öpüştüğünden bahsediyormuş. Ayşe birden
okuldaki en havalı kız oluvermiş. “Bir de” diyomuş popüler çocuk “asıl öpüşme
bir sonraki buluşmada geliyor!” Ayşe duyduklarından pek memnun, bir sonraki
öpüşmenin daha da harika olması için ne yapabilirim diye düşünüyormuş. Sonra
birden nerden geldiyse aklında birinci öpüşmenin biraz sulu olduğuna kanaat
getirmiş. İkinci öpüşmede ilki kadar
salyası olmamalıymış. Çocuk salyasından tiksinebilirmiş. Bunun üzerine
öpüşecekleri gün saatler boyu dilini emmiş, hatta öpüşmeden önce tuvalete gidip
dilini tuvalet kağıdıyla kurulamış. Sonuç; çocuk okula Ayşe’nin dilinin kupkuru,
kedi dili gibi bişey olduğu dedikodusunu yaymış ve bir daha da onunla
konuşmamış.”
Ayşe’nin yüzü acıyla buruştu bir an. O yaşlarda okulda
hakkında pis bir dedikodu çıkarılmasının ne kadar korkunç olduğunu bilirdim.
Asla gülmedim ve sesimi çıkarmadım. Diğer kızlar da hikayeyi bildiklerinden hiç
seslerini çıkarmadılar.
Hem ortamı biraz yumuşatmak hem de hakkaten kimseden güzel
bir öpüşme deneyimi hala duymadığımdan:
“Hani”
diyorum “ayaklarınızın yerden kesildiği bir hikaye yok mu ya?
“Var” diyor
Lale “benim ayaklarım yerden kesildi ilk öpüşmemde, hem de nasıl kesildi.
Okulun basket takımından bir çocukla çıkıyordum. Çocuğun boyu benim yaklaşık
iki katımdı. Tamam ben çok kısayım ama o da çok uzundu yahu. Ona bakabilmek
için kafamı yukarı kaldırmam gerekiyordu. Tenefüste okulun bayağı tenha olan
arka bahçesine götürdü beni. Şakalaşıp eğleniyorduk. Ona yetişmek için duvar
gibi fazla yüksek olmayan bir yere çıkmıştım. Güya duvarın üstüne çıktığımda
boylarımızın denk gelip gelmediğini ölçüyorduk ama amaç yakınlaşmaktı tabii. O
da fırsattan istifade yakınlaşan dudaklarıma tam bir öpücük konduracakken öğretmenlerden
birinin “ne yapıyorsunuz siz orda?” diyen iğrenç tiz sesini duyduk. Ben
panikten çocuğun üstüne doğru sendeledim. O da panikten geri çekildi. Ben böyle
bildiğin yere çakıldım.”
Hepimiz
kahkahalarla gülmeye başladık.
“Gülmeyin
ya” dedi. “Dizlerim parçalanmıştı çok utanmıştım. ‘Kızım seni öpünce ayakların
yerden kesildi’ diye çok dalga geçmişti benle. Ama bu olayın tek iyi yanı oldu,
bana karşı şefkat hissetti. Sonra uzunca bir süre aşk yaşamıştık. Vay be ne
günlerdi”.
Şimdi
düşününce ben de hakkaten “ne günlerdi be” diye aklımdan geçiriyorum. 1988
yılında aşkın ve ilk öpüşmenin ne harika olduğundan bahseden Robin Beck’in “First
time first love” şarkısı piyasaya çıktığında ilk öpüşmemin çok çok romantik
olacağını hayal etmiştim. İlk öpüşmemi o an için “sulu” diye tanımlasam da
şuan baktığımda yine de romantik bir yanı olduğunu düşünüyorum. Değiştirmek
için bir fırsatım olsa asla değiştirmezdim. Tüm deneyimler kişiye özeldir, herkesin kendi hikayesi vardır, bizi
biz yapan da bu kişisel deneyimler ve hikayeler değil midir ki zaten?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)