25 Nisan 2012 Çarşamba 3 yorum
“Hayat kişiye özeldir, facebook news feed de öyle. Ne kadar uğraşırsan uğraş kimse senin hayatını senin gördüğün gibi göremez tıpkı Facebook daki ana sayfan gibi”. Bunu uydurdum ben böyle, Ata sözü bu. Kaydedin bi yere ileriki nesillere aktarmak için.
24 Nisan 2012 Salı 3 yorum


Pazartesi sendromu sadece Pazartesi gününe mi özeldir? Soruyu açıyorum Salı günü mesela "Pazartesi sendromu" hissedemez miyiz? Bugün yaşadığım yüreğimin üzerine öküz oturmuş gibi olması hissi "tatil sonrası sendromu" mudur yoksa "Pazartesi sendromu"nun yansıması mıdır? Bu ve bunun gibi sorunsallar... Ben gidiyim üstüme sıcak bi kahve dökiyim ayılmak için zira bugünki kahve içme limitimi doldurdum
23 Nisan 2012 Pazartesi 4 yorum

İLK ÖPÜCÜK(LER)


“Allah Allah, Allah Allah Allahhh!!! Elin bebeleri getiriyor kızımızın kazaklarını artık. Neymiş kızım dün akşam evlerinde bırakmışmış. Bak bak bak bak, ne işin var senin elin herifinin evinde akşam vakti, ne işin var? Mahmut, bu kızlar iyice ipin ucunu kaçırdılar yürü gidiyoruz burdan.”
“Abi merak etme çocuk yanlış ifade etmiştir. Belki evlerine uğramışlardır kısa bir süreliğine. Anası babası var nitekim. Bunlar daha 15 – 16 yaşında bebeler. Ne işleri var bizim kızların orda?”
“Ha ben de onu diyorum, ne işleri var bizim kızların bu bebelerin evinde diyorum?”
Bu mahiyette devam eden bir sürü diyalog. Bağırışmalarını duyduğunuz kişiler babamla amcam. Ben mi nerdeyim? Banyoya kilitledim kendimi ortalığın sakinleşmesini bekliyorum.  Görüldüğü üzere babam daha sert, amcama kıyasla daha tipik bir Türk erkeği, amcam ise daha yumuşak başlı babamı sakinleştirmeye çalışıyor. Aslında babam çok da haksız sayılmaz bence. Dün akşam sitede oturuyoruz diye evden çıkıp bu bebelerin evine giden iki salağız biz. Kuzenimle ben! Diğer üçüncü salak da benim ilk öpüştüğüm çocuk. Akşam evlerinde kalan merserize kazağımı getirip babama teslim ederek babamın da dün akşam dan haberi olmasını sağlayan kişi! Aslında akşam haberlerine verse daha az kişinin haberi olurdu emin olun. Sesleri duyan annem ve yengem de konuşmalara katılıyor, ooo curcunayı görün siz şimdi.
Tamam hikayeyi baştan anlatıyorum.
15 yaşlarında filan olmalıyız, kuzenimle ben yani. Aramızda sadece üç ay var. Kendisinden üç ay da olsa yaşlı olduğumu kafama kakar durur. Ben daha sakin ve temkinli bir çocuğum. Kuzenim ise daha fırlama bir kız. Hayatımızı eğlenceli hale getirmek için elinden geleni ardına koymaz. O yaz hep beraber Mersin yakınlarında bir siteye gitmeye karar vermişiz. Denizin dibinde kurulmuş güzel bir site burası. Amcamlarla iki yanyana daire kiralamışız, sabah deniz akşam sitedeki gençlerle muhabbet, bazen site diskosunda birkaç dans. Ohhh keyfimize diyecek yok. Ama en geç gece 12’de evde olmak zorundayız. Evet tahmin ettiğiniz üzere balkabağına dönüşüyoruz, yani şöyle ki eve zamanında gelmezsek babam bizi press etmek suretiyle kabak ezmesine dönüştürüyor, yani yapabilir denemiyoruz bileJ
Ben tüm o yaşa kadar platonik aşklar yaşamışım. Hep okulun en yakışıklı, en havalı, en piç bebelerine aşık olmuşum onlar da benim varlığımı  farketmemişler bile.  Uzun lafın kısası ne henüz ilk öpüşmemi yaşamışım ne de bir yakışıklı bana çıkma teklif etmiş.
“Artık bu yaz en azından ilk öpüşmeni yaşaman lazım” diyor kuzenim, sanki kırk yıldır birileriyle öpüşüyormuş gibi.
“İyi de” diyorum “kiminle?”
“E işte Murat’ın arkadaşı esmer çocuk var ya, hani beğenmiştin sen onu, hoş çocuk demiştin.”
“Yahu hoş çocuk tabii de yanındaki sarışın ne olacak?”
“Ha o mu? Gidiyomuş yarın o”
“Sen nereden öğrendin?”
“Ya ne çok soru soruyosun Banu, sen tamam de gerisini bana bırak”
“Tamam” diyorum ve gerisini ona bırakıyorum. Hakkaten de ertesi gün sarışın gidiyor ve yakışıklı bana kalıyor. Hemen kuzenim, kendi beğendiği çocuk ve benim yakışıklıyla bir dörtlü buluşma ayarlıyor. Deniz kıyısında buluşacağız, biz erken inmişiz bekliyoruz. Ve uzaktan “yürüyen hormonlar” görünüyor. Ergen bebelere “yürüyen hormon” adını taktım ben. Ama öyle değiller mi? Sürekli bir kıpır kıpır, kızları öpelim elleyelim derdindeler. Gerçi ergen kızlar da öyle de, sanırım mahalle baskısı ve aile terbiyesi geyikleri yüzünden kendilerini ifade etmeye çekiniyorlar. Neyse o gün ve diğer birkaç gün çok eğlenceli ve romantik geçiyor. Tabii ki “yürüyen hormonlar” denizde ve fırsat buldukları her sakin alanda oynaşma teşebbüsünde bulunuyorlar. Ama biz aile terbiyesi görmüş kızlar olarak hemen ilk günden öpüşemeyiz. Tahmin ettiklerinden zorlamıyorlar ancak bir iki güne bizi evlerine davet edecekler biz de kabul edeceğiz.
“Ya iyi bok yedin gidiyoruz işte bebelerin evine. Ne yapacağım ben şimdi nasıl öpüşülür ya bir göster bari? Offff Allahım iyice rezil olacağım, iyice salak sanacak beni”


“Kızım abartma ya, al şu yastığı. Bak şimdi dudaklarını arala yastığa ufak öpücükler ver. Sonra biraz daha ağzını açıp öpücüklere devam et. Zaten o seni öptükçe sen de ona karşılık verirsin farklı bişey yapmana gere.... Banuuu ne oluyo, ne debeleniyorsun?”
Debelenirim tabii. Konuşabilsem söyleyeceğim de konuşamıyorum, yastık ağzıma yapıştı çıkarmaya uğraşıyorum. Dudaklarımı iyice aralayınca dişlerimin üzerindeki teller yastığın yumuşak dokusuna takıldı. Kesin çok salak görünüyorum. Kahkahalar eşliğinde kuzenim yardım ediyor da yastıktan kurtuluyorum, bir süre de tellerimin üzerindeki takılmış iplikleri temizlemekle uğraşıyoruz.
“Ya biraz  rahat olsan Banu” diyor kuzenim, soğukkanlılıkla. “Bak ne güzel  ilk öpüşmeni ve ilk “petting” ini yaşayacaksın.”
“Petting ne?”
“Yani sevişme gibi bişey işte.”
“Ne o öyle be, evcil hayvanlarla ilgili bişey sandım.”
Gülüşmeler.
Babamlara sitenin bahçesinde oturacağımızı söylüyor ve dördümüz akşam ailesi evde olmayan yakışıklının evine gidiyoruz. Öyle heyecanlıyım ki kalbim ağzımdan çıkacakmış gibi. Bir süre havadan sudan muhabbet ettikten sonra yakışıklı tutup kolumdan beni odalardan birine götürüyor. Önce yanaklarıma birkaç masum öpücük konduruyor. Sonra yavaş yavaş duduklarıma doğru bir hamle yapıyor. Ben de yastıkla olan ilk deneyimimden sonra dudaklarımı aralıyorum ama tellerimi dudaklarımın ardına gizliyorum bir yandan da. Maazallah çocuğun dudaklarını, yastığın ipleri gibi tellerimden temizlemeye çalışmak çok acıklı olur. Bir iki kere onun dişleriyle benim teller çarpışsa da şimdilik iyi gidiyor gibiyim. Arada dudağını çizer gibi olduk ama o kadarına da katlansın artık. Sonra yakışıklı, dudaklarım yerine yüzümü yalamaya karar veriyor. Yani aslında öpüyor sanırım ama o kadar sulu ve vıcık vıcık ki ben yalıyor sanıyorum. Bir süre sonra yüzümdeki damlalar birleşip yastığı şıpır şıpır ıslatabilir o derece yani. Yüzümü bir şekilde temizlemem lazım yoksa kusabilirim. İşte o an aklıma dahiyane bir fikir geliyor. Sıcak oldu bahanesiyle,  başıma sonradan bir sürü iş açacağından habersiz olduğum merserize kazağımı çıkarıp koltuğun üzerine fırlatıyorum. “Ohhh hem yüzümü sildim, hem de akıllıca bir hareketle dikkatini yüzümden başka bir yere çekmiş oldum.” Yakışıklı bu kez boynumu öpmeye başlıyor , tamam diyorum “petting” bu olsa gerek. Herif her yanımı yaladı şimdi de havlamaya başlarsa hiç şaşırmam. Bir de kuzenim “petting” in evcil hayvanlarla bir  ilgisi yok diyordu. Birazdan kapı tıklatılıyor. Kuzenim eve gitmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Ve ben salyalı merserize kazağımı koltuğun üzerinde bırakarak eve doğru yol alıyorum. Hikayenin gerisini biliyorsunuz zaten.
Yolda kuzenim heyecanla soruyor “nasıldı?”.
“Sulu” diye cevap veriyorum.
Herşeye rağmen çok güzel biten o yazın ardından bir yaz daha geçiyor. Kızlarla mahallede oturuyoruz. Ayça yaklaşıyor yanımıza. Suratı sanki birazdan üzerimize kusacakmış gibi. Hemen oturduğumuz kaldırım taşında kayıp ona da yer veriyoruz. Kendisine uzattığı çekirdeği elinin tersiyle itiveriyor:
“Ay çek şunu gözümün önünden yoksa üzerinize kusarım valla.”
“Ha evet diyorum, bize doğru yaklaşırken Ayça üzerimize kusacakmış gibi görünüyor diyodum içimden. Ne oldu ki?”
“Sormayın ya diyor, Cengiz’lerden geliyorum.”
“Eeeee??” diyoruz hep bir ağızdan.
“E si bişey yok işte. Beni öpmeye çalıştı. Tamam dedim bu sefer müsaade edeyim bari, sonuçta üç aydır bekliyor çocuk. Tam öpüşmeye başladık, ağzıma geğirdi.”
“Ne?”
“Evet geğirdi böyle iğrenç bir şekilde sesli ve uzun. Ama hadi geğirmek insani bişey diyelim. Ama sucuk yenir mi ya sucuk yenir mi? Yani aylardan sonra çok istediğin bir kızı öpeceksin sucuk mu yersin Allah aşkına?. Sonra da bir de “pardon” diyor. Sabah annesi yapmış da “hayır” diyememiş öküz”.
Yani arkadaşımızın o acıklı haline gülmek doğru değildi ama gülmek de insani bir şeydi. Bizi affetsindi ama hikayesi çok komikti ya çok komikti. Gülüşmelerimiz geçince kızlardan biri:
“Senin sucuk hikayen benim aklıma kendi hikayemi getirdi” dedi. “Mahalleden bir çocuk vardı. Benden yaşça büyüktü çok beğeniyordum onu. Bir gün arabasıyla gezmeyi teklif etti. Çok havalıydı çok. Hem çocuk havalıydı hem arabası.  Bir iki saat dolaştık, akşam olmak üzereydi . Alacakaranlıkta manzaranın harika olduğunu söylediği bir yere çekti arabayı. Ankara’da ne manzarası olacaksa peh! Neyse herşey çok romantik o dakikaya kadar tabii. Sonra aniden öpmek için bana doğru eğildi. Allahım o nasıl bir kokudur bildiğin sosis. Yok çocuğun ağzı filan kokmuyodu Allah için, teni kokuyodu teni. Nasıl diye sormayın bilmiyorum hiç”.
“Bu ne ya?” dedim. “Susun artık kusacağım, biri sucuk der, biri sosis, kendimi şarküteri dükkanında gibi hissettim valla!”
Kızlardan biri atlıyor, “valla benimki de çok şekerliydi diyor”.
“O ne demek?” diyoruz.
“Sinemadaydık” diyor. “ Fıstıklı çikolata yiyordu yanımdaki çocuk. Uzun zamandan sonra beni sinemaya götürmüştü. Korku filmiydi biraz ona doğru yaklaştım korktuğum için. Onun da işine geldi tabii. İkimizde filmin en korkunç sahnesinde aniden yüzlerimizi birbirine döndük.  O kadar yakınlaştık ki birden beni öpmeye başladı. Kızlar o fıstık kokusunu ve ağzımdaki fıstık tadını asla unutamam. Iykkk. Bir de sinemadan çıkarken dudaklarım, çenem filan yapış yapış olmuştu. Öpüşmeden önce bence naneli sakız filan çiğnenmeli ”
“Yok be” diyor Zeynep. “Ben ağzında sakız olan bi çocukla öpüşmüştüm bi keresinde” . Sonra sakız nasıl olduysa benim ağzıma düştü, ben de ne yapacağımı bilemedim yutuverdim sakızı, anın büyüsü toptan kaçtı tabii”.
Hepimiz gülmeye başlıyoruz.
“ En boktan hikaye de benimkisi” diyor Ayşe.
“Neymiş ki o?” diyorum.
Kızlardan “aa sen bilmiyor musun?” sesleri yükseliyor.
“Yoo” diyorum “off delirtmeyin de anlatın.”
Dinleyince en boktan hikayenin hakkaten de Ayşe’nin başına geldiğine karar veriyorum. Okulun en popüler çocuğuyla öpüşmüş. Akıllarda yer edecek bir öpüşmeymiş. Çocuk ertesi gün okulda herkese Ayşe’nin dudaklarının ne kadar yumuşak olduğundan, ne harika öpüştüğünden bahsediyormuş. Ayşe birden okuldaki en havalı kız oluvermiş. “Bir de” diyomuş popüler çocuk “asıl öpüşme bir sonraki buluşmada geliyor!” Ayşe duyduklarından pek memnun, bir sonraki öpüşmenin daha da harika olması için ne yapabilirim diye düşünüyormuş. Sonra birden nerden geldiyse aklında birinci öpüşmenin biraz sulu olduğuna kanaat getirmiş. İkinci öpüşmede ilki  kadar salyası olmamalıymış. Çocuk salyasından tiksinebilirmiş. Bunun üzerine öpüşecekleri gün saatler boyu dilini emmiş, hatta öpüşmeden önce tuvalete gidip dilini tuvalet kağıdıyla kurulamış. Sonuç; çocuk okula Ayşe’nin dilinin kupkuru, kedi dili gibi bişey olduğu dedikodusunu yaymış ve bir daha da onunla konuşmamış.”
Ayşe’nin yüzü acıyla buruştu bir an. O yaşlarda okulda hakkında pis bir dedikodu çıkarılmasının ne kadar korkunç olduğunu bilirdim. Asla gülmedim ve sesimi çıkarmadım. Diğer kızlar da hikayeyi bildiklerinden hiç seslerini çıkarmadılar.
Hem ortamı biraz yumuşatmak hem de hakkaten kimseden güzel bir öpüşme deneyimi hala duymadığımdan:
Hani” diyorum “ayaklarınızın yerden kesildiği  bir hikaye yok mu ya?
“Var” diyor Lale “benim ayaklarım yerden kesildi ilk öpüşmemde, hem de nasıl kesildi. Okulun basket takımından bir çocukla çıkıyordum. Çocuğun boyu benim yaklaşık iki katımdı. Tamam ben çok kısayım ama o da çok uzundu yahu. Ona bakabilmek için kafamı yukarı kaldırmam gerekiyordu. Tenefüste okulun bayağı tenha olan arka bahçesine götürdü beni. Şakalaşıp eğleniyorduk. Ona yetişmek için duvar gibi fazla yüksek olmayan bir yere çıkmıştım. Güya duvarın üstüne çıktığımda boylarımızın denk gelip gelmediğini ölçüyorduk ama amaç yakınlaşmaktı tabii. O da fırsattan istifade yakınlaşan dudaklarıma tam bir öpücük konduracakken öğretmenlerden birinin “ne yapıyorsunuz siz orda?” diyen iğrenç tiz sesini duyduk. Ben panikten çocuğun üstüne doğru sendeledim. O da panikten geri çekildi. Ben böyle bildiğin yere çakıldım.”
Hepimiz kahkahalarla gülmeye başladık.
“Gülmeyin ya” dedi. “Dizlerim parçalanmıştı çok utanmıştım. ‘Kızım seni öpünce ayakların yerden kesildi’ diye çok dalga geçmişti benle. Ama bu olayın tek iyi yanı oldu, bana karşı şefkat hissetti. Sonra uzunca bir süre aşk yaşamıştık. Vay be ne günlerdi”.
Şimdi düşününce ben de hakkaten “ne günlerdi be” diye aklımdan geçiriyorum. 1988 yılında aşkın ve ilk öpüşmenin ne harika olduğundan bahseden Robin Beck’in “First time first love” şarkısı piyasaya çıktığında ilk öpüşmemin çok çok romantik olacağını hayal etmiştim. İlk öpüşmemi o an için “sulu” diye tanımlasam da şuan baktığımda yine de romantik bir yanı olduğunu düşünüyorum. Değiştirmek için bir fırsatım olsa asla değiştirmezdim. Tüm deneyimler kişiye özeldir, herkesin kendi hikayesi vardır, bizi biz yapan da bu kişisel deneyimler ve hikayeler değil midir ki zaten?

 
;