11 Mart 2014 Salı 8 yorum

HERŞEY "BEN"İM


Haftasonu yemek masasında:

“Anne, şu anda 4. sınıftayım ama 2. sınıftayken kızların bana yaşattırdıkları acıları hala unutamıyorum. Hani benimle oynamamışlardı yalnız bırakmışlardı ya. Hala onlara karşı çok öfkeliyim. Bazen yatmadan önce ağlıyorum.”

“ En çok hangi duyguyu hissediyorsun Derin?”

“Öfke!. Bazen onlara saldırmak istiyorum. Ama yapamam öğretmenim kızar.”

“Onları affetmediğin ve geçmişi geride bırakmadığın sürece bu yoğun öfke seni rahatsız etmeye devam edecek bebeğim”

“Nasıl affedeceğimi bilmiyorum.”

“Hani sana herkesin aslında bizim bir parçamız olduğu, evrende herşeyin bir bütün olduğuyla ilgili bir hikaye anlatmıştım ya. Onu hatırlayabilirsin belki. Hani demiştim ya çevremizdeki herkes bizim aynamız gibidir, ne hissedersek onu yansıtırlar. Senin hissettiğin yalnızlık ve terkedilme korkusunu yansıtmış onlar da sana. Aslında onlar senin başka bir versiyonun. Hepimiz biriz. Evrende herşey aslında tek bir şeydir.”

“Ne diyosun anne ya?”

Elbetteki ne demek istediğimi henüz anlayamayan 10 yaşındaki kızıma herşeyin aslında tek bir şey olduğunu kelimelerle ifade edemezdim. O an aklıma hınzırca bir fikir geldi. “Hadi kalk şekilli kurabiyelerden yapıyoruz” dedim. Sevinçten çığlıklar attı. Birlikte hamurumuzu hazırladık. Hamurdan da çeşitli şekiller yaptık. Yıldızlar, hayvanlar, melekler, adamlar...

“Derin'ciğim yıldızlarımıza, meleklerimize, hayvanlarımıza, insanlarımıza bak. Ne güzel oldular. Yaratılmış olan herşeye evren diyoruz ya biz Derin. Bu tepsiyi de küçük bir evren olarak hayal edelim mi?

“Edelim.”

 “Tamam şimdi hepimiz aslında tek bir şeyiz, birlikte evreni oluşturuyoruz derken neyi kasdettiğime bir bakalım. Şimdi sen bir melek, ben de bir ayıcık yaptım. Bu  melek de ayıcık da aslında hamur mu?”

“Evet tabii ki hamur anne! Ne değişti ki sadece şekilleri”

“O zaman meleğe de ayıcığa da  kendini farklı biçimlerde ifade eden hamur diyebilir miyiz?”

“Ne demek istiyorsun?”

“Yani demek istediğim, ben bu ayıcık şeklini bozduğumda ve tekrar hamura eklediğimde yine sadece hamur olur değil mi? Bu durumda melek de ayıcık da aynı şeydir. Tekdir ve birdir. Demek istediğimi anlıyor musun ?”

“Evet aslında burada tepsideki herşey aslında tek bir şey, yani hamurun kendisi. Sadece şekilleri farklı.”

“Evet Derin yaşasın anlıyorsun. İşte evrende de durum böyle. Evrendeki herşey atomlardan, yani enerjiden oluşur, tek bir enerjiden.  O yaratıcı enerjidir ve kendini farklı biçimlerde ifade eder. Tıpkı hamur gibi.”

“Peki Allah baba?”

“Evet Derin, anladığın için bu soruyu soruyorsun. Allah Baba’da bu yaratıcı enerjinin, yani hamurun kendisidir.Kaynak O’dur. Allah baba yukarıda durup bizi izleyen yaşlı dede değil anlayacağın”

“Ben Allah Baba mıyım o zaman?”

“Evet onun senin şekline bürünmüş halisin. Ben de oyum. Senin arkadaşların, yıldızlar, güneş, kedimiz yani herşey ama herşey o. Ondan başka birşey yok. Bu tepside hamurdan başka bişey var mı? İşte tüm yaratılmışlara baktığında kaynaktan, yani Allah babadan başka birşey görmemelisin”

“Yani herşeyi ben mi yarattım”

“Hayır sen O’sun ama O sen değil. Sen şu büskivi adamsın ama hamurun tümü değilsin. O bütünün kendisi, sense bir parçasını oluşturuyorsun. Vücut gibi düşün, sen mesela parmaklarsın. Ve sen olmasan vücut asla tam olmaz. Sana evrenin ihtiyacı var. Sen olarak kendini ifade etmeye ihtiyacı var.”

“Peki neden ölüyorum o zaman?”

“Ölmüyorsun ki. Sadece şekil değiştiriyorsun. Bak şimdi” dedim ve meleğimi bozup hamura tekrar ekledim.

“Gördün mü Derin? Melek sadece şeklini kaybetti ama kaynağına yani hamuruna geri döndü. Yokolmadı ki.”

“O zaman babam  da anneannem, teyzemin köpeği Ares de yokolmadı öyle mi?”

“Hayır hepsi kaynağa geri döndü"

“Yaşasın o zaman ölüm hiç de kötü bişey değilmiş ki. Rahatladım ben şimdi.”

En sonunda tüm evi pişen kurabiyelerimizin o enfes kokusu sardı. Fırınımın bir kısmı daha fazla pişirdiği için bazı kurabiyelerin rengi koyulaşmış, yanmaya yüz tutmuştu.

“Madem  hepimiz aynı kaynaktan geldik, hepimiz aynı şeyiz neden kötüler, çirkinler var aramızda ?

“Kötüler, çirkinler bizim onlara bakış açımızdan kaynaklanıyor canım. Mesela 2. sınıftaki seni üzen kız, senin için çok kötü kalpli biri. Ama Ayşe'nin en iyi arkadaşı ve Ayşe'ye göre dünyanın en tatlı kızı. Anlatabiliyor muyum? İyi ve kötü de senin bakış açına göre şekil alıyor."

Yanmış kurabiyelerden birini elime alarak “ Bak” dedim bu kurabiye yanmış biraz. Eğer o kurabiye olmasaydı diğerlerinin güzel piştiğini anlayamazdın.

“Nasıl yani?”

“Sen diğer kurabiyeleri bu yanmış kurabiyeye göre kıyaslıyor, tam kıvamında olup olmadığını anlıyorsun. Mesela gece olmasaydı hiç, gündüz diye bir kavram olmayacaktı. Çirkin olmasaydı, güzel , kötü olmasaydı iyi olmayacaktı. Herşey olması gerektiği gibi. Herşey yerli yerinde. Kötü de iyinin bir parçası. Bizim tepsimize bakarsak, yanmış kurabiyelerimizle güzel pişmiş kurabiyelerimiz hep beraber bizim tepsimizi oluşturuyor. Yanmış kurabiyelerimizi çıkarırsak tepsimiz boş ve eksik kalır”

“ Beni üzen kızlar bu yanmış kurabiyeler gibi işte. Tadları acı. Onları sevmek zorunda mıyım anne?”

“ Yani Derin senin bir parçan olarak bakarsan, yani benim sana anlattığım bakış açısıyla bakarsan zaten kızman pek mümkün olmaz. Bu şey gibi bişey. Koluna kızıp, öfke duyup koparmak istemek gibiJ

“Kolumu koparmak istemek mi?” diyerek kıkırdadı. Anlamış görünüyordu ama yine de yüzü birden puslandı.

“Peki onlarla oynamak zorunda mıyım?”

“Hayır tatlım, oynamak zorunda değilsin. Bu hayatta kimlerle birlikte olacağına kendin karar verirsin. Eğer hala seni üzüyorlarsa o zaman birlikte olmak zorunda değilsin. Sen kendi tercih ettiğin ve sevdiğin diğer arkadaşlarınla oynamaya devam edersin. Derin bazen hayatta öyle şeyler oluyor ki hiç sevmediğin insanlar birden yakın arkadaşın oluveriyor. Çok sevdiklerin artık seni anlamıyor. İlginç ve muhteşem bir düzen ve sistem var. Hayatın akışına güvenmelisin”.

Kurabiyelerimiz, bitki çaylarımız eşliğinde Sünger Bob izlerken, rahatlamış ve hafiflemiş görünüyordu meleğim.

Geçmişten gelen yüklerimiz, öfke ve kızgınlıklarımızla yolumuza devam edemeyiz. Fakat mevcut bakış açımızla da yüklerimizi terk edemeyiz. Yaratılan herşeyde yaratanı görüp, aslında temelde kendimizle sadece kendi yansımamızla savaştığımızı bilmek bizi rahatlatacaktır.


İçimdeki yaratıcıdan içinizdeki yaratıcıya sevgiyle! 
 
;