11 Mart 2011 Cuma 0 yorum

DUVAK BEYİNLİLER İÇİN TENCERECİ DESTEĞİ


90 lı yıllar. Cik cik cik kapı çalar.
(Evet cik cik cik diye çalıyodu o yıllarda kapılar. Pek moda pek, tüm kapılar cik cikliyo. Deliceydi ama ya, şimdi kim, her kapı çalışında bi kuşun boğazlanma sesini dinlemek ister ki? Hayret bişey )
Kapıyı açarsın “kim o?” diyerek. Zira annen sıkı sıkı tembih etmiş sakın tanımadığın kimseye kapıyı açma. Ama sen yine de her “i” harfini uzatmak suretiyle “beniiiim” diyene kapıyı açarsın. Sen kimsin demek aklına gelmez o kadar da salaksın yani. Bu aptal huy yüzünden bi keresinde başıma boktan bi hikaye geldi ya neyse, sonra bi ara anlatırım.
Neyse kapıyı açarsın, ya elinde sıra sıra tencereler, ya torba torba deterjanlar ya da akla hayale gelmeyecek abuk subuk malzemeler taşıyan tıraşlı, takım elbiseli bir adam bön bön bakıyodur suratına. Daha sen ağzını açmaya fırsat bulamadan o sözcükleri birbiri ardına öyle bir sıralamaya başlar ki bu kez bön bön bakma sırası sendedir. Dakikalar sonra, senin imzalamış olduğun satış sözleşmesi elinde, pis sırıtışıyla“iyi günler” dileyerek ayrılır apartmandan. Sen de kıçına girmiş tencereler ve senetlerle kalırsın öylece kapıda.
Yok, ben o yıllarda pek de reşit olmadığımdan yapmadım böyle bi alışveriş çok şükür ama yapan çok tanıdık duymuştum. O senetleri geri almak için çırpınmaları ve en kötüsü de nefret ettikleri tencerelerin mutfaklarının baş köşesinde durmak zorunda olması içler acısıydı valla.
Yani sonuç olarak artık tükenmekte olan bu meslek erbaplarından, tencerecilerden, hiç haz etmedim yıllarca. Adlarını duymak sinirlerimi bozmaya yeterdi o derece yani. Ve fakat şimdi gönlümde bi that kurdular. Birinin yapmış olduğu takdire şayan bir davranış, onun kişiliğinde hepsini sevmeme yol açtı. Allahım ben ne iyi kalpli, affedici bi insanım ya… Tencerecileri severim ben o kadar!
Şimdi başka bi konuya atlıycam ama hikayenin sonuda ikisini birbirine bağlıycam, yani yapabilirim bence.
Evde kalmış olma ihtimali, 30’lu yaşların ilk yarısının sonlarında olan tüm kadınları derin bir hezeyana sürükler. Hatta Ferda arkadaşım bu kadın tipine “duvak beyinliler” diyor gerçi “gelin beyinliler” diyo ama ben modifiye ettim. Evlilikten başka hiçbişey düşünememe, odaklanma durumu…
Yani komik ve negatif bi tanım gibi algılansa da evliliğe odaklanmanın o hezeyan döneminde kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum ben. Çevremde tanıdığım, bu hezeyanı yaşayan öyle çok akıllı, iş ve mevki sahibi, güzel, iyi eğitimli, evinde kedi, dışarda dişi aslan, kalbi kadar temiz bir sürü kadın var ki. En büyük korkuları da çocuk sahibi olamamak tabii. Bir çocuğum olmasına rağmen bende bile böyle bir korku yok desem yalan söylemiş olurum. Hem zaten yumurtalarımı dondurmaya karar verdim ben. Yani kullanmazsak kırıp yeriz artık, kader kısmet meselesi.
Sonuç olarak, Türkiye’de her bir HARİKA kadına 4 de 1 pek de HARİKA OLMAYAN erkek düştüğü sonucunu çıkardım ben, hiçbir bilimsel araştırmaya dayandırmadan. Dayandırmıycam da zaten, bence öyle. Bu kadınların eli yüzü, işi düzgün bir erkek bulma olasılıkları gitgide düşüyor. Manavdaki tüm taze meyveler satılmış, geriye çürükler kalmış. Bahsetmiş olduğum yaş ortalamasına sahip erkeklerin çoğu çoktan kapılmış yani. Piyasadakiler de ikinci turu atıyor ve evlenmeye pek de niyetleri yok. Piyasadaki ikinci grup erkekler de olgun kadınlardan hoşlanan piliçler (ay bu lafı seviyorum). Onların da doğal olarak evlenmeye hiç niyetleri yok. Hem, duvak beyinlilerin, hayatlarının tüm alanlarında başarı sağlarken, hayatlarının erkekleriyle tanışma fırsatları o kadar düşük ki. Benim favorim şuaralar görücü usulü. Çok ciddiyim ya, sen sokaktan buluyosun da noluyo? En azından yeni dönem çöpçatanlar, iki kişiyi de iyi tanıyıp birbirlerine uyabileceklerini düşünüyolar. Ailelerini tanıyolar. Yani kesinlikle güvenli ve risksiz bi yöntem. Dibine kadar destekliyorum.
Lafı uzatmayım bir gün ofiste bu meseleyi konuşuyoruz. “Kader kısmet işte” diye bitiyo tüm hikayeler. Aralarında bir hikaye var ki bu duvak beyinlere umut ışığı olur, sevgi pıtırcığı olup mutluluğa kanat açabilme şansları doğabileceğine olan inançları artar diye anlatmak isterim. Çok acayip bi hikaye bence.
Evvet bakın şimdi iki hikayeyi nasıl bağlıyorum.
Sene 90’lar kapı cikcikliyor. 30 lu yaşların sonunda bir bayan açıyor kapıyı. Kapının diğer tarafında kim var bilin bakalım? Bizim meşhur tencereci. Adam başlıyor şatış taktik uygulamalarına. Ama kadıncağız dudağının ucunda bir gülümsemeyle adamı dinlermiş gibi yapıyor. Artık dayanamayacağı sırada da lafını ağzına tıkıveriyor:
“Kardeşim iyi güzel getirmişsin tencereleri de benim evim tencere kaynıyor. Gel bak içeriye göstereyim çeyiz dolabım hıncahınç tencere dolu. Lakin evlenecek adam bulamazken ben tencereyi ne yapayım?”
Ah adam birden insafa geliyor.
“Ablacım sıkmayın canınızı ben sizi münasip bir beyle tanıştırırım ama o zaman alırsınız benim tencereleri”.
Aralarında bir yakınlaşma doğuyor. Seviyorlar birbirlerini. Böyle karşılıklı şakalar espriler eşliğinde ayrılıyolar birbirlerinden.
Gel zaman git zaman, bizim tencereci evleri gezmeye devam ediyor. Başka bir kapıyı cikcikletiyor bu kez:
Kapıyı orta yaşlarda bir beyefendi açıyor. Bizim tencereci laf kalabalığı yapıyor yine tencereleri üzerine. Adam sıkkın ve baygın diyor ki:
“ Valla kullanmayacağım tencereyi alamam kardeşim. Ben yemek pişirmeyi pek beceremem. Bana yetecek üç beş tane tencerem var evimde. Hem zaten bana yemek pişirecek bir karım da yok, hadi ona alayım desem. Yani kusura bakma”
“Eşin yok mu abi senin?
“Yok kardeşim, kafama göre birini bulamadım ben, yıllardır yalnız yaşıyorum”
“İstermiydin abi evlenmek filan”
“E isterdim tabii yalnızlık zor be kardeşim”
BingoJ
Tencereci hemen düzeneği kuruyor, çeyizleri bol olan ablayla üç beş tenceresi olup ama eşi olmayan abiyi tanıştırıyor. Resmen birbirlerini seviyorlar ve evlenmeye karar veriyorlar. Evlenmişler nitekim. Tencereci de nikah şahitleri olmuş ve çocuklarının ismini de Tencer koymuşlar tencereyi anımsattığı için. Yoksa Tuncer miydi o isim, herneyse.
Yok şaka oğlum ben nerden biliyim sonunu ama hikaye gerçek. Hikayenin kadın kahramanı bizim ofisteki bi arkadaşımın tanıdığı.
Bence gerçek hayat filmlerdekinden bile daha olasılık dışı yemin ederim.
9 Mart 2011 Çarşamba 2 yorum

CRAZY





IM NOT CRAZY, MY REALITY IS JUST DIFFERENT FROM YOURS.
7 Mart 2011 Pazartesi 0 yorum

MASSIVE Bİ KONSER

Şimdi anlatacağım hikayenin başkahramanlardan biri benim en yakın arkadaşlarımdan Itır , e mecburen diğeri de benim. En sevgili arkadaşımla tencere kapak gibiyiz ama en çok da olumsuz yönlerimiz birbirine benziyor. Birbirimizle pek sık dalga geçeriz aslında. Ve en sık dalga geçtiğimiz mevzular ikimizde de ortak bulunan özelliklerimizdir ironik bir şekilde. Bunların en başında da unutkanlığımız, vurduymazlığımız, dikkatsizliğimiz ve bazen aptallık derecesinde saflığımız gelir. Şimdi niye böyle bir girizgah yaptım. Çünkü yine abuk bir hikayenin kahramanları olduk beraber. Buyrun:
Ofis arkadaşlarımdan biri geldi bir gün dediki:
“Banu, al bu biletleri. Ben gidemiyorum ama bunları hakkıyla kullanacak tek kişi sensin. Git ve tadını çıkar”
Aman Allahım ya elimde hazine tutuyodum hazine. Boru mu? Çocukluğumun grubu Massive Attack için iki bilet hem deeeee sahne önü. Sahne önü dedim ya, bayağı bildiğin adamlarla birlikte şarkı söyliycez. Nasıl heyecanlıyım nasıl? Eee iyi de kimle gidicem?
“Itır gelir mi ki benimle?”
“Sanmam yavrusunu bırakıp da İstanbul’a konsere mi gider? Hem Memocan ne der?”
Hemen telefonu çeviriyorum
“Alo IT bak dinle, acayip bişey oldu? Elimde Massive Attack konserine sahne önü iki bilet var, benimleee….?
“Tamam, uçakla mı otobüsle mi gitsek?
Ahahaha lafı ağzıma tıkadı. İşte budur ya, ben bu nedenle bu kızı seviyorum en az benim kadar deliJ
Uzun lafın kısası birlikte plan yapmaya başlıyoruz. Neyle gideceğiz, kaç gün kalacağız, kimde kalacağız?
Itır’ın harika kocası da bizi destekliyor ve hemen iki uçak biletini cebimize koyuyoruz ki kimse sonradan caymasın.
Uçuş günü gelip çatıyor. Bu tatilin aynı zamanda ikimiz için de büyük önemi var. Çoluk çocuk olduktan sonra hiç yalnız tatil yapmamışız. Bu uzun zamandır yakalamak istediğimiz bi fırsat. Son yaptığımız İtalya tatili de bayağı maceralı geçmiş. Buarada ben Itır’a bu yaşayacağımız üç günün İtalya tatilinden bile daha maceralı geçeceğinin taahütünü veriyorum. “Hayatta olmaz” diyor. “Üç gün de ne yaşayabiliriz ki?”
Neyse uzatmayım, havaalanında check in sırasındayız. Tam o an işte tam o an, kadim dostumum aklına nüfus cüzdanını evde bıraktığı geliyor. Sıçtık, direk sıçtık yani bizi hayatta uçurmazlar kimliksiz.
“Salaksın kızım diyorum, tam salak ” Ama durum trajik olsa da taşak geçme fırsatını kaçırmam. Benim başıma gelseydi ağzıma sıçardı kesin.
“Tamam sus da çözüm üret diyor.“Ne bok yiycez şimdi?”
“Fotokopisiyle uçabilir miyiz ki?” “Memo’yu arayıp getirmesini ya da en azından faks filan çekmesini istesek?”
“Hayatta olmaz ”diyor.
“Niyemiş o?”
“Öldürür oğlum beni”.
“Haydaaa, sonuçta insani bi hata yapmışsın , aceleden unutmuşsun ne varki bunda?
“O insani hatadan bi kere yapmadım ben” diyor.
Meğer bunlar balayına giderken de sevimli kelebeğim nüfus cüzdanını evde unutmuş. Birileri havaalanına mı ne yetiştirmiş hatırlamıyorum tam olarak hikayeyi şimdi. Memocan köpürmüş ama neyseki bi şekilde çözülmüş. Aradan yine bi vakit geçmiş bu kez yaz tatiline gidiyolar. Tahmin edin bakalım ne olmuş? Ve Memocan’ın kırk kez hatırlatmalarına rağmen aşk böceğim yine çantasına koymayı unutmuş. Yine bi sürü mesele.
Veee bingo, bizim uçuşumuzdan önce de Memo demişki:
“Itır bak kontrol et, kimliğin paran v.s yanında mı? Daha önceki hikayeleri unutma! Bu kez geç gidiyosunuz hayatta uçamazsınız kimse de size kimlik mimlik yetiştirmez”.
“Tamam” dedim “pes yani Itır, bunca hikayeyi ben bile yaşayamazdım. Nah uçarız şimdi”.
Sonra bir plan yapmak zorunda kaldık mecburen. Nitekim hem kimliği almamız hem de Memo’ya bu durumu çaktırmamamız gerekiyor. Ay çok heyecanlı yine iki arada macera yaşıyoruz.
Itır evdeki kadını aradı, buarada Memo odasında uyuyor:
Kısık sesle:“Fatoş Hanım benim Itır. Sakın yüksek sesle konuşup benim aradığımı çaktırmayın. Birazdan Banu’nun ofisinden bir bey gelecek arabayla. Kimliğim mutfaktaki tezgahın üzerinde, kocama çaktırmadan alın onu. Gelen bey sizi cebinizden çaldıracak. Çaldırınca terasa çıkın sessizce. Kimliği sepete koyup aşağı sarkıtın. Aman gözünüzü seveyim Memo’ya çaktırmayın. Biliyorum çok saçma ama gelince anlatırım”
Buarada biz de boş durmuyoruz. Ağlak, korkmuş, ümitsiz tavşan ifadesini takınarak havaalanı polisinin yanına gidip durumumuzu anlatıyoruz. Ay ben bu iki koca tavşanı görsem kesin sorunlarını çözerim o kadar yani. Neyse polis amca hakkaten bize acıyor. T.C. kimlik nosunu bilmeyen arkadaşımın kimlik bilgilerine yine de ulaşıyor. Elimize ufak bir not kağıdı tutuştuyor. Bildiğin dandik blok not:
“Uçabilir!” İmza polis memuru bilmem ne.
“Anah bu kadar mıydı ya? Bu kadar kolay yani?
Elimizde uçabilir kağıdı, tekrar sıraya giriyoruz. Check in de işler tıkır tıkır işliyor bu kez, biz o dandik uçabilir kağıdıyla uçuyoruz. Buarada diğer tarafta macera devam ediyor. Benim iş arkadaşım sağolsun sepetten sağ salim kimliği alıyor. Fatoş Hanım’da çok başarılı ha bu ajan sahnesinde.
Ben yolculuk boyunca fırsat buldukça Itır’la dalga geçmeye devam ediyorum fırsat bu fırsat.
İstanbul’a vardığımızda hayat ne güzel de görünüyor bize. Özgürüz ya resmen, her istediğimizi yapabiliriz. Üniversitedeki kızlar grubumuzum üçüncü elemanının evinde kalıcaz. Konser saatine daha vakit var ne yapsak diye düşünürken biraz evde takılıp sonra Asmalı Mescit’e gitmeye karar veriyoruz. Şöyle yıllar sonra güzel bir restorantta karışıklı birşeyler yiycez ve İÇİCEZ. Yedik, içtik, içtik, içtik bu arada konser 9 da. Peki biz 8:30 civarında nerdeyiz? Yemek yediğimiz kafenin yakınındaki barda tekila tokuşturup gülme krizinde. Sanki Ankara’dayız anasını satıyım, yarım saatte hooopp istediğimiz en uzak noktaya gidebiliriz.
Dokuza çeyrek ya da yirmi kala taksideydik. Öyle bir trafik var ki resmen arabalar kuyruk olmuş. Yürüyüş mesafesiyle beş dakika uzaklığa dakikalarca bekliyerek ulaşıyoruz. Kafalar da çakır, pek durumun ciddiyetinin farkında değiliz aslında. Konser kaçar mı endişesi pek taşımıyoruz. Takside tıkılmaktansa inip yürümeye karar verdik. Saat 9:30 gibi kapıdaydık. Sevinçle elimi çantama attım. Eeeee cüzdanım nerde?
“Itır cüzdanım yok?”
“Çantanın içinde bi yerdedir, biletleri ver bana”
“Biletler cüzdanımın içindeydi”
“E iyi cüzdanını bul o zaman”.
Beynim zıııııızzzzzzzzzttt 3 - 4 saat önce kapıdan çıkış sahnemize dönüyor:
“Itır ben cüzdan müzdan almıycam, kesin çaldırırım ben bu salaklıkla”
“Evet alma bi de polisle molisle uğraşmayalım.”
Cüzdanımı, içi rahat bir tavırla bavulumun içine atıyorum. Hazine değerindeki biletlerimizle birlikte tabii…
Şimdi sıçtım, yok sıçmak az kalır direk boka battım. Yani konsere gidemeyecek olmayı bir kenara bırak, Itır’ın sözleriyle muhattap olmak ölümden beter. Ne yaptım ben ya. Burdan ışınlanmak istiyorum, direk böyle puf diye yokalayım. Ne güzel bi süre ben üstteydim, sürekli dalga geçiyordum şimdi Itır eline fırsat geçmişken canıma okur. Nitekim de öyle oluyor, kafamızın biraz kıyak olması nedeniyle sert çıkışlar yapmasa da ağzıma sıçıyor tabii. Hakediyorum ama az bile yaptı. Bi yandan da gülüyoruz ama harbi komik olay ya. Altı üstü bi konsere gidicez, yani normal insanlar için tamamen sıradan bir anı olarak kalacakken bizim için bi maceraya dönüşüyor. Adam gibi bi konsere bile gitmeyi beceremiyoruz iki kafadar. Neyseki elimizde tek saksı yerine iki saksı var, bi sürü salaklık yapsak da acil durumlarda kolayca pratik çözümler bulabiliyor bizim saksılar. Hemen Didem’i arıyoruz. Allahtan eve gelmiş. Fazla açıklama yapmaya vaktimiz yok. Hemen biletlerin yerini tarif ediyoruz. Sizin tanıdık taksilerden birine ver, Kuruçeşme Arena’nın kapısına getirsin. Aslında getirse bile içeri girebilir miyiz meçhul. O kadar sıra birikmiş ki kapıda, bizim içeri kapılar kapanmadan girmemiz mucize olur.
“Gel” diyorum “şu benzinlikten iki bira alalım”.
Alıp kuruluyoruz kaldırımın üstüne. Kim der bize 35 yaşında iki anne. Gençlik dönemlerimizdeki gibi. Biralarımızı yudumlarken bir yandan da taksimizi an be an takip ediyoruz. Didem benim telefonumu vermiş taksiciye. Adam sürekli beni arıyor:
“Ablacım şimdi mezarlığın ordayım trafiğe takıldım ama merak etmeyin hızlıyım yani”
“Ablacım şimdi bilmemnenin önündeyim.”
“En son “Ablacım şimdi benzinliğin önündeyim” diyor.
“Bekle orda diyorum ben sana geliyorum” artık beklemeye dayanamayarak. Itırı kaldırımda yalnız elinde birasıyla bırakırken, elimde biramla artık bir kaderi paylaştığımız taksicimin taksisine biniyorum aceleyle.
“Arenanın önünde atın beni çok teşekkürler bu arada”
“Rica ederim diyor eğlence var yani bu akşam ha?”
“Hay Allahım bi yavşak taksici eksikti”.
Atıyorum kendimi arabadan geri kalan yolu koşarak gidiyorum. Itırla koşarak kapıya varıyoruz ve tam biz içeri giriyoruz kapılar ardımızdan kapamıyor veeeeee sahne ışıkları yanıyor. Ucu ucuna nefes nefese sarılıyoruz Itır’ımla birbirimize bir ağızdan “Karmacoma jamica’ aroma” diye gözyaşları içerisinde eşlik ediyoruz sahneye.
Yok gözyaşı mözyaşı yoktu, hem ilk şarkı da Karmacoma diildi. Zaten şarkı sözlerinin çoğunu da bilmiyoduk. Ama çok massive bi konserdi ya. Ahhhhh…
 
;