18 Temmuz 2014 Cuma

SARMALLAR , KISIRDÖNGÜLER, EYVAH....!


“Yine daha gerçek bir ilişkiye bile dönüşmeden kopuverdi aralarındaki bağ. Her seferinde aynı şey oluyordu. Önceleri farketmemişti ama şu son zamanlarda farkındalığı arttıkça tüm ilişkilerinin aslında temelde nasılda birbirine benzediğini kavramıştı. Hayatına giren tüm adamlar birbirlerine ne fiziken ne de ruhen benziyordu. Hepsi birbirinden çok farklıydı ve her birinin farklı bir özelliğine vuruluyor, hepsiyle çok çok iyi anlaşıyordu. Flört döneminde tümü bambaşka hisler yaşatıyor, kendini tamamlanmış hissettiriyordu. Güzel geçen cicim günleri boyunca bağlılık olmayan, mutluluk seviyesi yüksek ilişkiler yaşıyordu. Ancak bir gün tüm büyü bozuluyordu. O günün ne zaman geleceği belli değildi ama o gün geldiğinde anlıyordu ki bu ilişkinin de tıpkı diğer ilişkileri gibi ömrü sınırlı. Adamlar ne hikmetse onunla vakit geçirmeye bayılıyor, fiziği için ölüyor, muhteşem seks deneyimleri yaşıyor / yaşatıyor ancak işler biraz ciddileşmeye başlayınca tuhaf bir şekilde geri adım atıyorlardı. Ve ne hikmetse duygularını asla gösteremeyen adamlarla karşılaşıyordu hep. Bu adamlar onu sevdiğini söylemeyi bırak, ağızlarından ne hissettiklerini belli edecek en ufak bir sözcük bile çıkarmıyorlardı. Uzun dönemler hep adamlarda suç buldu. Bağlanamayan, duygu yoksunu, korkak, eril enerjisi düşük adamları buluyordu hep. Aslında tüm adamlar öyleydi kesin, ‘bir tanesi düzgün olmaz mıydı ya?’ Hep aynı sonuç hep aynı sonuç. Sonra aynı adamların başka ilişkilerini ortak arkadaşları vasıtasıyla uzaktan duymaya başladı. Ne kadar sevgi dolu, bağlı, koruyan kollayan, müşfik sevgililer olduklarını. Bu söylemleri duydukça kulaklarına inanamıyor, duyumları aldığı arkadaşlarına aksini ispat etmek için çabalıyor, ‘görürsünüz sonunda gerçek yüzünü gösterecek’ diyerek kendini haklı çıkarmaya çalışıyordu. Aralarında en sorunlu olan eski sevgilinin evlendiğini duyunca “pes artık” dedi. Bu hikayede bir tuhaflık vardı. Adamların ona gösterdikleri yüzleriyle yeni sevgililerine gösterdikleri yüzleri farklı mıydı? Böyle bir şey olabilir miydi? Yani o, adamları ‘duygusuz, bağlanmaz, kadınları kullanır’ diye tanımlarken demek ki başka kadınlar ‘ sevgi dolu, uysal, sadık’ olarak tanımlıyordu. Eski sevgililer onun bildiği, tanıdığı insanlar değil miydi yoksa? Ya da bu yeni kadınlar kuş mu konduruyorlardı acaba? ‘Bir yerleri altın herhalde!’ diye aklından geçirdi sonra da çirkin ve küçümseyici düşüncesi için kendine kızdı. Peki neydi Allah aşkına bu adamları birden bire “aşk kralı”na dönüştüren şey? Büyü mü yapıyordu ki bu kızlar? Evet kesin büyü yapıyorlardı. Birden çok büyük bir umutsuzluğa kapıldı. Ne olduğunu anlayamıyordu ve anlamadığı sürece de çözemeyecekti. Sanki bir simülasyonda gibiydi. Aynı olayları, farklı adamlarla tekrar tekrar deneyimlemesini sağlayan bir simülasyon. Aynı adamlar ona farklı başkalarına farklı davranıyorsa bu onların karakteri olamazdı. Bu durumda farklı davranılan kişi sadece kendisiydi. O halde sorun kendisinde olabilir miydi? Kendi yaptığı her hangi birşeyde?”

“ ‘Yeter artık diye bağırmak istiyordu yeter!!!!’ ‘Bu kaçıncı iş bu kaçıncı eziyet’. Yıllardır çalışma hayatının içerisindeydi ve resmen patronlarından işkence görüyordu. Parasını vermiyorlar, aşağılıyorlar, yükselmesi gerekirken yerine başka birini terfi ettiriyorlar, sonuna kadar sömürüyorlar ve hakkını yiyorlardı. Hatta bir keresinde sözlü ve fiziksel tacizde bile bulunmuşlardı. Her seferinde büyük bir umutla yeni bir işe giriyor, başlarda gayet güzel sürdürüyordu. Fakat sonra ne oluyorsa oluyor, canavar patron gerçek yüzünü gösteriyordu. Tuhaf olan neredeyse tüm patronların sadece ona bu şekilde davranmasıydı. Son patronu örneğin Selma’nın başını bir okşamadığı kalmıştı. Onu takdir ediyor, seviyor kolluyordu. Ama sıra kendisine gelince adam resmen gestapo kesiliyodu. Yaptığı hiç bir katkı farkedilmiyor, en ufacık hataları bile büyütülüyordu. Ofise prensip gereği en erken o gelir en geç o çıkardı ama bir kez geç kalsın örneğin patron hemen lafını sokmayı ihmal etmezdi. Bu böyle olmayacaktı. En iyisi kendi işini açmaktı. Patronlarla uğraşılmazdı. En iyi patron ölü olandı.”

“ ‘Oğlum biliyor musun?’ dedi ‘bu hayatta babana bile güvenmeyeceksin. Herkes günü gelir mutlaka seni arkandan vurur!’ Çevresinde güvenebileceği bir tane adam yoktu. Tüm arkadaşları sözleşmiş gibi gerçekten de onu arkadan vurmuşlardı. Kimisi sevgilisini elinden almış, kimi parasını büyütme vaatleriyle alıp çar çur edip geri vermemiş, kimisi arkasından türlü işler çevirmişti. Bir tane adam yoktu ki sırtını yaslayıp gerisini düşünmesin. Çağın hastalığıydı bu, herkes fırıldak olmuştu. En basit örnek kardeşi Naci bile babasıyla olan haklı tartışmalarında ortada bırakmış, yanında yer almamıştı. Bütün dünya bir olup ona düşman olmuştu sanki. Hayat çok zalimdi çok. Belki de tası tarağı toplayıp köye yerleşmeliydi. Orada saflığını korumuş insanların hala var olduğunu hayal ederek, rakısından bir yudum alıp uzaklara daldı.”

“ ‘Ağabey sen de evlensen, bir yuva kursan çoluk çocuğa karışsan artık’. Cevap bekleyen teşvik edici bakışlarla bakan kızkardeşine sadece gözlerini devirdi. 40 yaşına gelmişti hala evlenmemişti. Evlenmeyi bırak uzun zamandır ciddi bir ilişkisi bile olmamıştı. Bir zamanlar Tülay’a vurulmuştu, o da tutup en yakın arkadaşıyla kaçmıştı. Sigarasından bir nefes çekti. Kardeşi ne anlardı ki? O kadınların hinliklerini bilmezdi. Nasıl önce cilveleşip sonra başka adamlara gittiklerini. Çok sever gibi yapıp sonra da yüzüstü bırakışlarını. Kardeşi hikayenin tümünü bilmiyor ya da önemsemiyordu ama annesi bile bunu yaptıysa elin karısı neler yapmazdı. Kadınların tümü orospuydu o kadar!”

Hoooppp neler oluyor demek istiyor bazen insan. Gerçekten bir simülasyonda mı yaşıyoruz? İnsanlar farklı, olaylar mı aynı? Hatta olaylar ve kişiler birbirinden tamamen farklı olmasına rağmen diyaloglar bile aynı sıra içerisinde mi gidiyor? Yukardaki kahramanlar çok tanıdık geliyor değil mi? Bazısı kendi hayatımızdan ya da yakınlarımızın hayatından kareler sanki. Neden sürekli benzer tercübeleri deneyimliyoruz. Neden sanki herşey aynıymış ve hiç değişmeyecekmiş gibi? Sanki herşey inanışlarımızı kanıtlar nitelikte.

Evet kesinlikle öyle. Trik nokta orası. İnançlarımız. Ben bu gerçeği kendi kısır döngülerimle cebelleşirken keşfettim. Sürekli sürekli aynı deneyimi yaşadığımda aslında zihnimin bana, kafamda sıkı sıkıya bağlı olduğum inatçı inanç kalıplarımı adeta kanıtlamak istercesine aynı deneyimleri tekrar tekrar yaşattığını farkettim. Konuyla ilgili aydınlanmamın ardından bir arkadaşımla yaşadığım sohbeti hatırladım. Sanki keşfimi kanıtlar gibiydi. Erkekler hakkında gerçekten aşık olamadıklarına, güvenilmez olduklarına, yalan söylediklerine, aldattıklarına, duygu yoksunu olduklarına dair inançlarım vardı.O arkadaşımla bu fikirlerimi paylaştığımda yüzüme şaşkın şaşkın bakmıştı hiç unutmuyorum. Oldukça çapkın olarak nitelendirebileceğim bu arkadaşımın erkeklerle ilgili inançları benimkine taban tabana zıttı. O, erkeklerin kolayca aşık olup, onun için dünyayı önüne sereceklerine inanıyordu. Ona göre tüm erkekler sevgi dolu, şefkatli, dürüst ve güvenilirdi. Arkadaş olduğumuz süre boyunca birlikte olduğu adamlara baktım. Hakikaten de hepsi ona aşık olmuş, dünyaları önüne sermiş, sevgilerini açıkça göstermiş güzel ruhlu adamlardı. Tamam ilişkileri bir şekilde bitiyordu ama bitmeden önceki dönemlerde çok güzel günler geçiriyorlardı. Ben erkeklere güvenmezken, o sonuna kadar güveniyordu. O hayatına güvenilir adamları çekerken ben güvenilmez olanlarla mücadele ediyordum. Arkadaşım çok şanslıydı ya da bana öyle geliyordu. Uyandıktan sonra farkettiğim şey acı vericiydi. O şanslı filan değildi. Ben de şanssız değildim. O inançları neticesinde kişileri ve ilişkileri deneyimliyordu, ben de öyle. Peki nasıl işliyordu bu sistem?

Valla teknik kısımları ne kadar uğraşşam da hala çok iyi algılayamıyorum. Ancak az çok anladığım bir şey varsa o da evrendeki herşeyin ve herkesin sadece enerjiden ibaret olduğu. 5 duyumuzla deneyimlediğimiz fiziksel evren ve göremediğimiz fiziksel bedeni olmayan tüm varlıklar sadece titreşen enerjilerden başka birşey değil. Ve kuantum fizikçilerinin söylediğine göre deneyimlediğimiz herşey bizim kendi düşünce ve inanç sistemimizin bir yansıması. Düşüncelerimiz de en düşük formda titreşen birer enerji kütlesi. Bu enerjiler benzer şekilde titreşen enerjileri bulup bir mıknatıs gibi çekiyor ve bizim gerçekliğimiz haline getiriyor. Bu durumda ‘bir şeyi 40 kere söylersen olur’ ya da ‘korktuğum başıma geldi’ gibi sözlerin doğruluğunu nasıl da farkediyor insan. Biz erkeklerin dürüst olmadıklarına inandığımız sürece örneğin hayatımıza dürüst olmayan erkekleri çekeceğiz ki bilinçaltımızdaki bu inancı bize tekrar tekrar kanıtlasınlar. Peki bu kısır döngüden kurtulmanın bir yolu var mı?

Çözümün çok kolay olduğunu sanmıyorum. Sadece kendi uyguladığım yöntemlerden bahsedebilirim:

Birinci aşama; inancın kendisini ve kaynağını bulmak. Bunun için arkadaşlarınızla konuşurken mesela, sözlerinize dikkat edebilirsiniz. Tekrar tekrar yaşadığınız deneyimler hakkında yakınlarınızla konuştuğunuzda safiyane olarak bilinçaltındaki düşünceleriniz ortaya kendiliğinden çıkacaktır zaten. Siz dikkat edemiyorsanız onlardan sizin sözlerinize dikkat etmesini isteyebilirsiniz mesela. Bir kere kaynak yargıyı bulduğunuzda gerisi kolaylaşacaktır. Diyelim ki kaynak yargımız ‘tüm patronlar işçilerini aşağılar onlara büyüklük taslar’ olsun. Öncelikle bunu bize ilk düşündüren olayı bulmaya çalışmalıyız. Sakin bir odada burnunuzdan nefes alıp vererek rahatlamak suretiyle, konu üzerinde düşünmenizi tavsiye edeceğim. Benim genelde çok işime yarıyor bu yöntem. İster istemez bir görüntü ya da bir kayıt geliveriyor karşıma ve ben o yargıyı hangi olay vasıtasıyla edindiğimi bilinçsizce hatırlıyorum. Bizim örneğimizde şöyle bir olay yaşanmış olabilir mesela. Esra’nın ilk işe başladığı ofisteki patronu, ufak bir hatası neticesinde diğer çalışanların önünde onu hırpalamış olabilir. Esra o günden sonra öfkesini dindiremediği, affedemediği için bu sıkıntıyı içinden atamamış olabilir. Bu durum onu öyle korkutmuş olur ki bundan sonraki iş yerinde de benzer bir olay yaşayabileceğine odaklanarak yeni ofislerini bu korkuyla seçer. Korku titreşimli düşünceleri yine benzer bir deneyimi hayatına çekecektir. İkinci patronu da aynı olmasa da benzer bir olayla onu küçük düşürür. Artık yargı oluşmuştur ‘tüm patronlar işçilerini aşağılar onlara büyüklük taslar’. O günden sonra ne yaparsa yapsın bu kısır döngüden çıkamayacak, benzer tecrübeleri yeniden yeniden yaşayacaktır. Bu noktaya gelindiğinde Esra’nın yapması gereken ilk şey bu ilk olayı hatırlamaktır.

İkinci aşama; bu olayı bize yaşatan kişiyi ve olayı affetmek ve aramızdaki enerjiyi sevgi enerjisine dönüştürmek. Bu kısmı komik geliyor ama kesinlikle işe yarıyor. Ben bağ kesme ve affetme çalışması çalışması yapıyorum. Önce yine rahat bir odada burnumdan derin nefesler alarak kendimi rahatlatıyorum. Yeterince sakin olduğumu hissettiğimde, affetmem gereken kişiyi bir sandalyeye oturmuş gibi hayal ediyorum. Diğer sandalyede de ben varım. Aramızda da gümüş bir kordon, ya da bir halat var bizi kalplerimizden birbirine bağlayan. O kişiye bana yaşatmış olduğu şu şu olaydan dolayı kızgın olduğumu, o bu şekilde davrandığı için kendimi çok kötü hissettiğimi söylüyprum örneğin. Bu kısmı tamamen size bağlı isterseniz bağırıp çağırabilir, küfredebilirsiniz. İçimdekileri tamamen boşalttığıma ve ufacık bir kızgınlık bile kalmadığına emin emin olduğumda onun da konuşmasına izin veriyorum. Muhtemel söyleyeceği şeyleri tahmin ediyorum zaten ve söyleyeceklerini dinliyorum. Daha sonra elime kocaman bir makas alıyorum ve aramızdaki bağı kesip parçalara ayırıyorum. Yere düşen parçaları elimize alıp mor bir alevin içine atıyoruz beraber. Sonra da birbirimize sarılıp şu sözleri söylüyoruz: “Bana tüm yaşattıkların için seni affediyorum ve böylece seni ve kendimi özgür bırakıyorum.” Kalbimden pembe bir ışığın ona aktığını onun kalbinden de bana bir ışık hüzmesi ulaştığını hayal ediyorum. Pembe sevginin rengiymiş. Böylece birbirimizi seygiyle özgür bırakmış oluyoruz. Neden sevgi derseniz, sevgi en yüksek titreşimli enerji biçimiymiş. Bizim yaratım enerjimiz. Bu durumda aramızdaki ilişkiyi sevgiyle noktalamak kısır döngümüzün yok olmasını sağlayacaktır. En komik sahne bu oluyor aslında. Ben yıllarca “pembe aura, sevgi, meditasyon” gibi sözcüklere aşırı ön yargılı davrandım, hatta çoğu kez dalga geçtim. Siz de o dalgacı tiplerden biri rahatlıkla olabilirsiniz. Sadece deneyin derim ben. Denemekten ne çıkar ki? Valla bende işe yaradı sizde de yarayacağının garantisini veriyorum.

Üçüncü aşama; bu son aşamada eski kayıtları temizlediğimi varsayarak yeni bir kayıt oluşturma evresine giriyorum. Burda da eski kayıtların aksi kayıtları beynime yüklemek kalıyor geriye. Sabah uyandığımda ya da yatmadan önce, biliçaltımın verileri almaya en açık olduğu zaman diliminde olumlamalarımı söylüyorum. Ne kadar çok söylersem o kadar iyi. Hatta son zamanlarda yeni bir yol keşfettim. Telefonuma kendi sesimi 10 dakikaya tekabül edecek şekilde kaydediyorum. 10 dakika boyunca aynı cümleyi tekrarlıyorum ve bu kaydı günde en az iki kere dinliyorum. 21 gün alışkanlıklarımızın oturması için gerekli olan süreymiş. Bu durumda her bir yeni kayıt için 21 güne ihtiyacımız olduğunu unutmamamız gerekir. Bir iki gün yapayım yeter dersek bir işe yarayacağını sanmıyorum.

Olumlama oluşturmak için ayrı bir yazı yazacağım. Ancak kısa şöyle özetleyebilirim. Olumlamalarınızın olumlu cümleler içermesi gerekir. Mesela diyelim ki inancınız “erkekler yalan söyler” idi. Ve siz bu kaydı oluşturan olaya gittiniz, o kişiyi affettiniz ve yukarıda bahsettiğim aşamaları uyguladınız. Sıra yeni kaydın oluşturulmasına geldi. “Erkekler yalan söyler” söyleminin aksi “erkekler yalan söylemez” değil “erkekler dürüsttür” olmalıdır. Çünkü bilinçaltı aptal olduğundan erkekler yalan söylemez dediğinizde bile erkekler ve yalanı aynı kefeye koyup birleştirecektir. Bu durumda en mantıklısı olumlu bir cümle bulmaktır.

Bazen beyinlerimizi hard disk gibi düşünüyorum ben. Düşünsenize yıllar önce bir takım yazılımlar yüklenmiş. Ancak bu yazılımlar artık güncel değil ve hiçbir amaca hizmet etmiyor. Varlıklarını sürdürdükçe de bilgisayarı yavaşlatıyor hatta yanlış çalışmasını sağlıyor. En temizi eski yazılımı silip yeni, güncel, doğru amaca hizmet edecek yazılım yüklemek. Hepimize sarmala yakalanmamış zihinler diliyorum...

Söylediklerinize dikkat edin
düşüncelere dönüşür…
Düşüncelerinize dikkat edin
duygularınıza dönüşür…
Duygularınıza dikkat edin
davranışlarınıza dönüşür…
Davranışlarınıza dikkat edin
alışkanlıklarınıza dönüşür…
Alışkanlıklarınıza dikkat edin
dğerlerinize dönüşür…
Değerlerinize dikkat edin
karakterinize dönüşür…
Karakterinize dikkat edin
kaderinize dönüşür…

Mahatma Gandhi

0 yorum:

Yorum Gönder

 
;