11 Temmuz 2014 Cuma

KENDİMLE DOST

“Nefretle baktım. Hiç akıllanmayacaktı. Hep ama hep aynı hataları yapmaya, aynı tepkileri vermeye, aynı acıları çekmeye devam ediyordu. Yıllar içerisinde değişeceğini ummuştum ama nafileydi. O kadar çalışmasına rağmen yine başarılı olamamıştı işte. Yaptığı aptallıkların haddi hesabı yoktu. Ağzından çıkan kelimelere inanamıyordum. Kesin salaktı o kesin salak! Diğer insanlar onu hoş bulduklarını söylüyorlardı ama neresini beğendiklerine hiç anlam veremiyordum. Bir kere vücudu hiç güzel değildi. Şişmandı işte bariz şişman. Yüzü desen hiç birşeye benzemiyordu. Belki elle tutulur bir kaç özelliği vardı ama onlar da bütünün içerisinde kayboluyordu. Evet başarılı olduğu bazı alanlar vardı ama yine de yetmiyordu daha mükemmel olmalı, herkesin sevgisini ve onayını kazanmalıydı. Herkes onu sevmeli beğenmeli takdir etmeliydi. Ama bu öylesine zordu ki. Onun gibi salak, aptal, başarısız, çirkin birini kim sevsindi ki? Sevmeyi ve sevilmeyi hiç ama hiç haketmiyordu!
Bakmaya devam ettim gözlerinin tam içine ve oradaki masum, sevgisiz, çocuk bakışları yakaladım. Bu masumiyet beni daha da  çok rahatsız etti.  Diğer insanlar onu üzebilirdi, biraz güçlenmesi gerekiyordu. Bu neydi böyle? Kendini toparlaması gerekiyordu artık. Kendini koruması... Yoksa onaylanmazdı, sevilmezdi, acı çekerdi. Kendine gelmesi için vurdum, sonra bir daha ve bir daha. Avuç içlerim kesilmişti fakat acı hissetmiyordum. Kırık aynadan yansıyan aksim hala onu sevmeyen bana masum ve çaresizce bakmayı sürdürüyordu.”

Tamam biraz abartmış olabilirim ama kendimize yaşattığımız cehennemi aşağı yukarı dile getirmiş olduğumu düşünüyorum. Kendimize hiç kimseye olmadığımız kadar acımasız, yargılayıcı, aşağılayıcı ve vurdumduymazız. Yani en azından ben öyleyim.
Küçüklüğümü hatırladım şimdi. Kendimi çirkin olduğuma öyle inandırmıştım ki, okulun en yakışıklı çocuğu benimle ilgilendiğinde altında bir bit yeniği aramış, olayın güzelliğini ve keyfini yaşayacağım yerde, kendimi bir endişeden diğerine sürüklemiştim.  Çocuğun da kafasını da karıştırmış en sonunda  aşkımı içime gömmüştüm. Benim gibi çirkin, esmer, şişko bir kızı neden beğensindi ki? Hem de okulun en yakışıklı çocuğu beni beğenecekti. Peh! Yıllar geçip de ilgiler artınca artık bellki de o kadar çirkin olamayabileceğimi düşündüm. Ama yine de şu kıvırcık saçlarım kesinlikle düzleştirilmeli, kirpiklerim kıvırılmalıydı. Rimelsiz kirpikli yüzümden nefret ediyordum. Saçlarımın kıvırcık olduğunu daha iki sene öncesine kadar o kadar az insan bilirdi ki, saçlarımı oldukları haliyle kabul edip, kullanmaya başladığımda insanlar perma yaptırdığımı düşündüler . Kendimi sadece dış görünüş olarak değil, davranış olarak da pek beğenmiyordum. Yaptığım her davranışın, söylediğim her sözün insanlar tarafından onaylanmasını istiyordum. Ben sevilmeli, beğenilmeli, takdir edilmeliydim. Hep toplum tarafından onaylanan şeyleri yapmaya zorladım kendimi istesem de istemesem de. Böylece onaylanacak ve sevilecektim. Küçükken hep “ay ne akıllı uslu kız” derlerdi babannemin arkadaşları. Böylece bilinçaltıma yer eden “akıllı uslu kız olmalı, taşkınlıklar yapmamalıyım” mesajı üniversiteye kadar sürdü. Daha sonra üniversitede kabul görmek için “akıllı uslu kız olmak yerine rahat kız olmalısın” mesajı beynime zerk edildi bir şekilde. Bu kez de daha asi, rahat, vurdumduymaz tavırlar geliştirdim. Okulda tanıştığım ve sonra evleneceğim adamla işte bu kendini henüz bulamamış ruh hali içerisinde evlendim. O benim bir yüzümle evlenmişti, ama içimde başka yüzler , başka kalıplar, inanışlar, ruh halleri vardı. Ama ben ona sadece “tatlı, sevimli, anlayışlı, yemek pişiren, sevişmeyi seven, iyi anne, iyi evlat...” yüzümü gösteriyordum. Şimdi dönüp baktığımda bunların hiç biri ben değilmişim. Hep “mış” gibi yaşanan yıllar, hep “mış” gibi takılan maskeler. Hatırlıyorum da o yıllarda istediğim gibi bile giyinmiyor, konuşmuyor, fikrimi ifade etmiyor hatta sevişmiyordum. Tek istediğim onun beni beğenmesi ve onaylamasıydı. Hatta sadece onun değil tüm dünyanın beni beğenmesi ve onaylamasıydı derdim.

Bu “mış” gibi durum beni çok sıkmaya ve bunaltmaya başlamıştı. İçimde öyle bir şey vardı ki, sanki kabuk değiştiren yılanın eski kabuğundan sıyrılması gibi, fırsat verilse o kabuktan çıkacak kendimi serbest bırakacaktım . Özgürlüğüm içinde bulunduğum mevcut durum içerisinde imkansız görünüyordu. Kurduğum düzen öylesine tıkır tıkır işliyordu ki, “ben artık bu Banu olmak istemiyorum, ben eş, anne, çalışan, evlat, o, bu, şu olmak istemiyorum, içimde çok farklı bişeyler var, onun çıkması için fırsat vermek istiyorum” desem insanlar aklımı oynattığımı sanabilirlerdi. Çünkü dışardan bakıldığından herşey çok güzel hatta mükemmel görünüyordu. Ve ben bu mükemmellikle, içimde dışarı çıkmak için çırpınıp duran, ruhumu bunaltan “Unab” arasında kafayı yemek üzereydim. Unab Banu’nun tam aksiydi. Hiç de mükemmel değildi, evcil değildi, tuhaf giyinmeyi seviyordu, akıllı uslu hiç değildi hatta anaç bile değildi. Öylesine asi ve sıradandı ki Banu onun ortaya çıkabilme ihtimalinden bile ürküyordu. Bu çelişkiler uzayıp gider, yıllar geçerken hayatımın olaylar ve kayıplar silsilesinin ilk ayağı olan sevdiğim adamın kaybıyla her şey bir anda alt üst oldu. Tam anlamıyla alt üst! Ben bir yandan yas süreciyle ve diğer kayıplarımla mücadele ederken bir yandan da suçluluk duygumla ciddi bir savaş halindeydim. Herşey benim suçumdu. Muhteşem giden herşeyi Unab bir şekilde bozmuştu. O sıkılıp bunaldığı, ortaya çıkmak için yalvardığı için bunlar başıma gelmişti. Tanrı beni cezalandırıyordu. Unab yakaladığı fırsattan kendine çıkış yolları arayadursun, Banu da gitgide kan kaybediyordu. Yıllarca oluşturmak için çabaladığı dış mükemmmelliği yavaş yavaş çatlaklar vermeye başlamış, Unab bu çatlaklardan kendine büyük delikler açmıştı. Kendime iyice öfkelenir olmuştum. En azından eski Banu, benim tarafından çok sevilip onaylanmasa da başkaları tarafından onaylanıyor ve seviliyordu. Bu Unab’ın ise onaylanacağı meçhuldü, hatta reddedilip dışlanacağına adım gibi emindim.

Şu an tüm bu iç dünyamda yaşadığım karmaşaya baktığımda, ne başkaları için yaşayan Banu’yu ne de kendini ifade etmeye çalışan Unab’ı hiç sevmediğimi farkediyorum . Aslında beni sevmeyen, onaylamayan, takdir etmeyen sadece kendimdim. Ve tüm bunları benim adıma başkalarının, etrafımdaki  insanların yapmasını istiyordum. Fakat kendimi tanımadığımdan, başkalarını da tam olarak tanımıyor, onların nasıl bir Banu istediklerine kendi doğrularımca karar veriyor, o doğrulara da uyamadığım zaman kendimi ,  tarafımdan geliştirilmiş sevgisizlik, yargı ve aşağılama taktikleriyle cezalandırıyordum. Tüm bunları neden yapıyordum bilmiyorum, ama bu ceza işinde başarılı olduğum aşikardı. Hala seviliyordum. Çok geniş bir çevrem vardı.Hayatıma çok güzel insanlar giriyor, benimle vakit geçirmekten keyif alıyorlardı. Ama bu da bana yetmiyordu daha çok sevilmeli, daha çok onaylanmalıydım. Sanki sevgi kasem hala boştu, kalbim hiç sevilmemiş gibi ürkekti. Çok uzun süren mutsuzluk devreleri ve dışarıya hiç yansımayan gizli depresyonlarımın ardından eğildiğim ruhani çalışmalar neticesinde aslında onaylanma ve sevilme ihtiyacımın tek ve bir tek kişi tarafından karşılanabileceğini öğrendim. KENDİM!!! Ben kendimi hiç sevmiyor ve onaylamıyordum ki başkaları beni sevsin ve onaylasın. Ben kendimin hiç mi hiç farkında değildim ki, başkaları farketsin.Artan farkındalığım neticesinde kendime bakma çalışmalarımı sürdürdüm. Sonsuz huzur ve mutluluğun ilk adımı olan kendini sevme çalışmalarına ilk o dönemlerde başladım. Çalışma derken sanki kolay bir işmiş gibi düşünmeyin lütfen. Özsevgi çalışmaları ciddi emek ve özveri isteyen bir iştir. Zaman ve adanmışlık gerektirir. Ve maalesef ki, kanaatimce, bir ömür boyu sürer. Peki nedir bu kendini sevme meselesi Allah aşkına? Tenimize dokunup cicileyecek miyiz? Yoksa kollarımızı kendimize dolayarak aşkımızı ilan edip, hata yapınca başımızı mı sıvazlayacağız?
Tam olarak bu değil tabii ama çalışmalar içerisinde bu gibi yöntemler de kullanabiliriz elbet. Bence öncelikle kendimizi sevmek ne demek ona bir bakmalıyız. Kendimizi sevmek, tamamen olduğumuz gibi, her halimizle kendimizi kabul etmek, her halimizi yeterli bulmak, doğrumuzla yanlışımızla tüm duygu ve davranışlarımızı onaylamak, hatalarımıza kızsak bile affetmek, tüm dünyada başka bir aynımız daha olmadığının bilincinde olup varoluşumuzla onur duymak anlamına geliyor. Biraz karışık gibi görünse de kendini sevmek tamamen kendin olup bundan da utanç duymamak ve kendin olmaya müsaade etmekten başka bir şey değil aslında. Tamam da yöntem nedir diye sorabilirsiniz. Bence yol ve yöntemler kişilerin kendilerini nasıl hissettikleriyle alakalıdır. Burada açıklayacağım size hiç uymayan bir yöntem kendinizi iyi hissettirmek yerine kötü hissettirebilir. Temelde işin özünü kavrarsanız kendi yönteminizi kendiniz geliştirebilirsiniz, bulmuş olduğunuz o yöntem daha faydalı olacaktır.

İlk çalışma olarak ayna çalışması yaptım ben örneğin. Yani elime bir ayna aldım ve tam gözlerimin içine baktım. Önceleri inanılmaz zorlandım. Gözlerin derinliklerinde ruhları görebilirsiniz biliyorsunuz. Kendi ruhumla karşılaşmak beni ürküttü biraz. Benim tarafımdan o kadar tenkit edilmiş, uyarılmış ve affedilmemişti ki, sevgiye muhtaç ufacık masum bir kız çocuğu gibiydi. Ona seni seviyorum demek beni fazlasıyla zorladı. Her sabah kalkıp aynaya bakıp “seni seviyor ve onaylıyorum Banu. Sen olduğun halinle tam ve mükemmelsin” diyordum. Yatmadan önce de yaptığım bu çalışmayla olumlamalarımı pekiştiriyordum. Sabah kalkınca ve uykuya dalmadan önce olması bilinçaltına gönderilen mesajların itiraz edilmeden kabul edilmesi içindir. Bilinçaltı aptaldır, verdiğiniz komutları kabul eder. Ancak gün içerisinde meşgul olduğundan kabul süreci gecikecektir. O nedenle uyku öncesi ve sonrası bu çalışmaları yapmak süreci kısaltır. Yapmış olduğum olumlama çalışmaları başka bir yazının konusu. Ancak öneminin altını yeterince çizebilmişimdir umarım. Yıllarca bilinçaltımıza ne kadar yetersiz, değersiz, aptal ve çirkin olduğumuz mesajını yüklediğimiz düşünülürse temizlenmesi de o kadar kolay olmayacaktır. Eski kayıtları silip yerine yeni tohumlar ekmek bir süreç gerektirir ve bunun içinde en önemlisi istikrar ve değişme arzusudur.
Olumlama çalışmalarınızı yaparken bir yandan da bedeninize daha fazla özen gösterebilirsiniz mesela. Onu güzel yiyeceklerle besleyebilir, uykusuna özen gösterebilir, masaj yapabilir ve kötü kullanımınıza rağmen size vermiş olduğu maksimum hizmet için ona teşekkür edebilirsiniz. Her sabah örneğin ben, duştan sonra vücudumu kremliyorum ve kremlerken de her uzvuma sıra geldiğinde onlara teşekkür ediyorum. Mesela ayaklarımı ovalarken onlara “ bana katlandığınız, hiç yorulmadan yollar katettiğiniz ve dans etmemi sağladığınız için size teşekkür ederim” diyorum. Kulağa komik geliyor biliyorum ama ben gerçekten bunu yapıyorum ve yaparken de kendimi çok iyi hissediyorum.
Tüm bu çalışmaları gerçekleştirirken keşfettiğim en güzel çıkarım kendimle düşman değil dost olmam, kendime bir ebeveyn gibi davranmam gerektiğidir. Dostlar birbirlerini incitmemeye çalışırlar. Hükmetmez, aşağılamaz, kötülemezler. Destek olurlar, affedici olurlar, yargılamazlar. Eleştireceklerse de yapıcı ve kırıcı olmayan bir biçimde eleştirirler. Dertleri üzmek değil daha iyiye ilerletmektir.Ebeveynler keza çocuklarının sadece iyiliklerini isterler. Ne kadar hata yaparsa yapsın onları affeder, yeniden yollarına devam etmesi için teşvik ederler. Ruhen, bedenen ve zihnen çocuklarını beslerler, eksiklerini tamamlamaları için fırsat yaratırlar. Kısaca çocuklarının daha iyi bir versiyonunun yaratılmasına katkıda bulunmak için ellerinden gelenin en iyisini yaparlar. İşte kendimize davranış biçimimiz de tamamen böyle olmalıdır. Ben az çok bu yolda ilerliyorum. Kendimde eleştirecek bir yan bulsam hemen şu soruyu yöneltiyorum. “Bunu yapan dostum olsa ona ne derdim?” Bu bakış açısı bana o kadar güzel bir yol açtı ki, artık kendimi sakinleştirmeyi, rahatlatmayı ve desteklemeyi çok daha iyi beceriyorum.

Peki ben benim arkadaşım olsam bana nasıl davranırdım? Aptallıklarımı ve patavatsızlıklarımı gülerek dinlerdim mesela. Fazla kilolarımla dalga geçmek yerine diyete teşvik ederdim. Ayrılıkla biten aşk maceralarımı empatiyle dinler, eleştirmek yerine yargılamadan sarılır herşeyin yakında geçmişte kalacağını hatırlatırdım. Ve en önemlisi de ona sevdiğimi söyler ne olursa olsun benim için özel olduğunu belirterek onu rahatlatırdım. Yaşamımda tüm yol boyunca kendime eşlik edecek tek kişi yine ben olduğuma göre kendimle dost olmak hayrıma olacaktır.


Kendimizle kurulacak yeni dostluklarımızın şerefine...

Sevgiyle

0 yorum:

Yorum Gönder

 
;