9 Mayıs 2012 Çarşamba

AŞK HİPERMETROBU


Tıbbi olmayan tanımıyla yakını görememe hastalığına hipermetropi ve gözünde böyle bir kusuru olan kişiye de hipermetrop denir. Ben de sanırım özel öğrenme güçlüğü var. Sağımı solumu bir türlü öğrenemediğim gibi bu “miyop” hipermetrop” ayırımına da kafam basmıyor maalesef. Nedense yakını görememe durumuna beynim “miyop” tanımını daha çok yakıştırıyor, az daha hikayenin adını “aşk miyobu” koyacaktım da, ne çok kafa karışıklığına neden olacaktı maazallah. Allahtan Hz. Google’a danıştım da şıp diye hem tıbbi hem de tıbbi olmayan bir tanı sundu önüme. Tıbbi tanı hikayeyi zorlar, siz okuyucuları kasar diye böyle basit bir tanı buldum. Tamam itiraf ediyorum tıbbi tanı sizi değil asıl beni zorlayacaktı.  Retina, kornea, diverjan falan filan gibi kelimeler geçecekti içinde ve ben yazmakta bile zorlanacaktım, bırakın açıklama yapmayı. Öyle işte yani, hipermetrop yakını görememe hali, siz de öğrendiğinize göre hikayeme dönüyorum.

Mekan Ankara Mezzaluna. Karşımdaki 50’li yaşlarda beyaz, erkek.” Hoop kızım, bu nasıl tanım, Amerika’da mıyız?” demeyin duyuyorum. Valla Amerika içimizde; özentilikten her iki kelimemizin biri ve hatta tüm tabelalar ingilizceyken böyle replikleri duymak sizi yadırgatmasın. Geçen gün, Karadenizli olduğunu tahmin ettiğim bir arkadaşıma sanki çok doğalmış gibi “sen kuzeyliydin di mi?” diye sordum. Evet kuzeyliyim ve üç blok ötede oturuyorum” dedi hazırcevap insan dalga geçerekJ Yine konudan uzaklaştım, kelimelerimden hızlı çalışan beynime yetişemiyorum bazen. Neyse karşımda oturan iş arkadaşımın bana yemek sözü vardı. Mezzaluna’yı seçtik beraberce. Zira italyan yemekleri kendimden geçiriyor beni, burası da hakkını veriyor doğrusu ancak çok pahalı. Arkadaşımın ısmarlayacağını bilmenin rahatlığıyla daha menüye bakmadan risotto ısmarlıyorum. Hem de deniz ürünlü. Bak şimdi yazarken bile ağzım sulandı. Yemekler gelmeden önce zeytinyağı ve harika bir ekmek geliyor. Ekmeği zeytinyağına banarken hayat daha bir tozpembe görünüyor. Konu konuyu açıyor ve büyük ihtimalle bu tozpembeliğin etkisiyle aşktan bahsediyor buluyoruz kendimizi. “Aşk” deyince yüzü aydınlanıyor sanki arkadaşımın. Evli ve iki çocuklu olduğu için “aşk” lafı onun ağzından dökülünce biraz garipsiyorum nedense. Sanki evli insanlar hiç aşk yaşamazlar gibi, “anne babalar sevişmez” yargısının başka bir versiyonu sanırım bu.

 “Ah” diyor “ah aşk gibisi var mı?. Ben az daha harika birşey yaşamaktan kendimi alıkoyacaktım gözümün önündekini görememek yüzünden!”

“Ne oldu ki?” diye soruyorum ağzıma koca bir lokma zeytinyağına bulanmış ekmek atarken.

Başlıyor anlatmaya. Bense onun gözlerindeki bir parlayıp bir sönen ışığa odaklanıyorum.

Üniversite yıllarıymış. Okulun havalı kızlarından birine platonik olarak fena halde tutulmuşmuş. Kızın bir de sevgilisi varmış ki akıllara zarar. Habire kavga ederlermiş arkadaşımın önünde. Arkadaşım tam kıza açılacakken bir kavga patlak verirmiş, arkadaşım doğru zaman olmadığını düşünüp açılmaktan vazgeçermiş. Aşıkmış ve kavuşamıyormuş ama kendine hayatı zehir edecek kadar da ahmak değilmiş. Bir yandan okul bir yandan koro çalışmaları tüm vaktini alıyormuş. Koroya birllikte katıldığı yakın bir kız arkadaşı varmış. Bir başka çocuk, benim arkadaşım ve bu yakın kız arkadaş hep beraber gezer, tüm vakitlerini beraber geçirirlermiş. Bir gün arkadaşımın bekar evinde yine toplaşmışlar, söyleyecekleri bir şarkı üzerine konuşuyorlarmış. Diğer çocuk işi olduğu için ayrılmak zorunda kalmış. Benim arkadaşımla, kızcağız yalnız kalmışlar. Hararetli bir konuşmanın ardından bir sessizlik olmuş. Kızcağız arkadaşımın gözlerinin içine derin derin bakarak “ben senden çok hoşlanıyorum” demiş. Arkadaşım bu karşısında oturan, 84 kg luk kızcağıza şöyle bir bakmış. O ana kadar ona hiç, bir kadına bakarmış gibi bakmadığını farketmiş. Fakat düşünmüş. Bunca zaman okuldaki havalı kızdan hoşlanmış da ne olmuşmuş. Kendisinin varlığının farkında bile değilmiş. Ama karşısında oturan kafaca çok anlaştığı bu hatun ona aşkını itiraf ediyormuş, denese ne çıkar diye geçirmiş aklından.

“O ana kadar yemin ederim bir kerecik bile aklımdan geçmemişti ama sadece ilişkiye bir şans vermek istedim. Büyük bir riskti aslında ve eğer olmasaydı o zaman da çok sevdiğim bir arkadaşımı kaybedecektim. “ diyor pizzasından koca bir dilim ağzına atarken. Gözüm kalarak sözlerini başımla onaylıyorum.

“Aşkını itiraf ettikten sonra eğilip beni öptü. Ve ben o ana kadar hiç yaşamadığım bir duygu tecrübe ettim. Tüm bedenim sarsılıyormuş, sanki etrafımızda havai fişekler atılyormuş gibiydi. Kelimelerle ifade edildiğinde anlamını yitirdiğini biliyorum ama inan Banu o sarsılma anını ifade edebilecek bir cümle kuramıyorum.”

Dinlerken tüylerim diken diken oldu, elektrik çarpılmasına benzer bir his olmalıydı ve ben böyle bir his yaşamamıştım daha önce.

Sadece yemek yemek, okula gitmek ve zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak için çıkıyorlarmış odadan. Yalnız sevmek ve dokunmak varmış. Bu sevişgen durum bir seneden fazla sürmüş.
Biraz kıskançlıkla sözünü kesiyorum, zira bu harika şeylerin bir sonu olmalı. Hiçbir mutluluk sonsuza dek süremez!

“E peki ne oldu sonunda?”

“Beni Ahmet denen bir herif yüzünden terketti”.

Doğrusu bir ayrılık bekliyordum da böyle alçakca bir davranış beklemiyordum açıkçası. Ve bir kadın olarak, 84 kg lik hiç de güzel standartlarına uymayan bu kadının nasıl da erkekler tarafından bu denli beğenildiğine akıl sır erdiremedim.

Arkadaşım terkedildikten sonra kendini eve hapsetmiş. Yemeden içmeden kesilmiş, tüm dünyayla bağlantılarını koparmış. Ve hergün bıkmadan usanmadan hayatının aşkının geri dönmesini beklemiş. Dönmüş de sevdiceği, tam da arkadaşım evinde aylar aylar sonra bir kız arkadaşını ağırlarken. Hayat bu ya, beklediğniz gelmez gelmez tam da sizin için uygunsuz bir zamanda ortaya çıkıverir. Arkadaşım karşısında aşkını görünce dili tutulmuş, konuşamaz olmuş . Kadınsa edepsizce içerideki kadını kastederek bağırmaya, hesap sormaya kalkmış. Arkadaşım sakince, seni böyle hatırlamayım diyerek,  kadını oradan uzaklaştırmış ve o gün birbirlerini son görüşleri olmuş.”

Dinlerken fena oldum. Dinlediğim bu aşk karşısında karışık duygular hissediyordum. Hem saygı duyuyor, hem kıskançlık hissediyor hem de şaşkınlığımı gizleyemiyordum.

“Peki” dedim “sonunda bunca acı tecrübe yaşamışsınız. Hiç tanışmamış olmayı diler miydiniz?”

“Asla” dedi kendinden çok emin. Yaşadığım o kötü tecrübeye kadar hissettiğim mutluluğu birdaha hiç yaşamadım ve bunları yaşayamadan ölebilirdim de, nitekim dünyadaki milyonlarca insan hiç tecrübe etmeden göçüp gidiyor bu hayattan. Sonunda kötü şeyler yaşayabileceğini düşündüğün için kendini güzel şeylerden mahrum bırakmak delilik olur!”

“Ve sana bişey söyleyim mi Banu” diye sözlerine devam etti. “Bazen insan tam burnunun ucundakini göremiyor. Sana en büyük tavsiyem etrafına iyi bakman ve gerekiyorsa bir gözlük takman zira aşk hipermetrobu olabilirsin!”

2 yorum:

ÇokBilmiş dedi ki...

Ben de böyle bir aşk yaşamıştım ve ben de ayrılmak zorunda kalmıştım. Arkasından tam 4 sene gözyaşı döktüm, bir 5 sene daha "Belki" diye bekledim. 9 sene dile kolay.
Hiç yaşamamış olmayı diler miydim? Asla. İyi ki yaşamışım. Umarım çocuklarım da yaşarlar bu duyguyu.

Biyolojikanne dedi ki...

Ahhh çok bilmiş ne güzel ifade etmişsin. Aşk karşılıklı olunca güzel. Umarım bizim bebelerde karşılıklı aşka tutulur ve sahip oldukları değerin kıymetini bilirler. Peki sonra ne oldu? Onunla evlenmedin belliki?

Yorum Gönder

 
;