“Nefretle baktım. Hiç akıllanmayacaktı. Hep ama hep aynı
hataları yapmaya, aynı tepkileri vermeye, aynı acıları çekmeye devam ediyordu.
Yıllar içerisinde değişeceğini ummuştum ama nafileydi. O kadar çalışmasına
rağmen yine başarılı olamamıştı işte. Yaptığı aptallıkların haddi hesabı yoktu.
Ağzından çıkan kelimelere inanamıyordum. Kesin salaktı o kesin salak! Diğer
insanlar onu hoş bulduklarını söylüyorlardı ama neresini beğendiklerine hiç
anlam veremiyordum. Bir kere vücudu hiç güzel değildi. Şişmandı işte bariz
şişman. Yüzü desen hiç birşeye benzemiyordu. Belki elle tutulur bir kaç
özelliği vardı ama onlar da bütünün içerisinde kayboluyordu. Evet başarılı olduğu
bazı alanlar vardı ama yine de yetmiyordu daha mükemmel olmalı, herkesin
sevgisini ve onayını kazanmalıydı. Herkes onu sevmeli beğenmeli takdir
etmeliydi. Ama bu öylesine zordu ki. Onun gibi salak, aptal, başarısız, çirkin
birini kim sevsindi ki? Sevmeyi ve sevilmeyi hiç ama hiç haketmiyordu!
Bakmaya devam ettim gözlerinin tam içine ve oradaki masum,
sevgisiz, çocuk bakışları yakaladım. Bu masumiyet beni daha da çok rahatsız etti. Diğer insanlar onu üzebilirdi, biraz
güçlenmesi gerekiyordu. Bu neydi böyle? Kendini toparlaması gerekiyordu artık.
Kendini koruması... Yoksa onaylanmazdı, sevilmezdi, acı çekerdi. Kendine
gelmesi için vurdum, sonra bir daha ve bir daha. Avuç içlerim kesilmişti fakat
acı hissetmiyordum. Kırık aynadan yansıyan aksim hala onu sevmeyen bana masum
ve çaresizce bakmayı sürdürüyordu.”
Tamam biraz abartmış olabilirim ama kendimize yaşattığımız
cehennemi aşağı yukarı dile getirmiş olduğumu düşünüyorum. Kendimize hiç
kimseye olmadığımız kadar acımasız, yargılayıcı, aşağılayıcı ve vurdumduymazız.
Yani en azından ben öyleyim.
Küçüklüğümü hatırladım şimdi. Kendimi çirkin olduğuma öyle
inandırmıştım ki, okulun en yakışıklı çocuğu benimle ilgilendiğinde altında bir
bit yeniği aramış, olayın güzelliğini ve keyfini yaşayacağım yerde, kendimi bir
endişeden diğerine sürüklemiştim. Çocuğun
da kafasını da karıştırmış en sonunda aşkımı içime gömmüştüm. Benim gibi çirkin,
esmer, şişko bir kızı neden beğensindi ki? Hem de okulun en yakışıklı çocuğu
beni beğenecekti. Peh! Yıllar geçip de ilgiler artınca artık bellki de o kadar
çirkin olamayabileceğimi düşündüm. Ama yine de şu kıvırcık saçlarım kesinlikle
düzleştirilmeli, kirpiklerim kıvırılmalıydı. Rimelsiz kirpikli yüzümden nefret
ediyordum. Saçlarımın kıvırcık olduğunu daha iki sene öncesine kadar o kadar az
insan bilirdi ki, saçlarımı oldukları haliyle kabul edip, kullanmaya
başladığımda insanlar perma yaptırdığımı düşündüler . Kendimi sadece dış
görünüş olarak değil, davranış olarak da pek beğenmiyordum. Yaptığım her
davranışın, söylediğim her sözün insanlar tarafından onaylanmasını istiyordum.
Ben sevilmeli, beğenilmeli, takdir edilmeliydim. Hep toplum tarafından onaylanan
şeyleri yapmaya zorladım kendimi istesem de istemesem de. Böylece onaylanacak
ve sevilecektim. Küçükken hep “ay ne akıllı uslu kız” derlerdi babannemin
arkadaşları. Böylece bilinçaltıma yer eden “akıllı uslu kız olmalı,
taşkınlıklar yapmamalıyım” mesajı üniversiteye kadar sürdü. Daha sonra
üniversitede kabul görmek için “akıllı uslu kız olmak yerine rahat kız
olmalısın” mesajı beynime zerk edildi bir şekilde. Bu kez de daha asi, rahat,
vurdumduymaz tavırlar geliştirdim. Okulda tanıştığım ve sonra evleneceğim adamla
işte bu kendini henüz bulamamış ruh hali içerisinde evlendim. O benim bir
yüzümle evlenmişti, ama içimde başka yüzler , başka kalıplar, inanışlar, ruh
halleri vardı. Ama ben ona sadece “tatlı, sevimli, anlayışlı, yemek pişiren,
sevişmeyi seven, iyi anne, iyi evlat...” yüzümü gösteriyordum. Şimdi dönüp
baktığımda bunların hiç biri ben değilmişim. Hep “mış” gibi yaşanan yıllar, hep
“mış” gibi takılan maskeler. Hatırlıyorum da o yıllarda istediğim gibi bile
giyinmiyor, konuşmuyor, fikrimi ifade etmiyor hatta sevişmiyordum. Tek
istediğim onun beni beğenmesi ve onaylamasıydı. Hatta sadece onun değil tüm
dünyanın beni beğenmesi ve onaylamasıydı derdim.
Bu “mış” gibi durum beni çok sıkmaya ve bunaltmaya
başlamıştı. İçimde öyle bir şey vardı ki, sanki kabuk değiştiren yılanın eski
kabuğundan sıyrılması gibi, fırsat verilse o kabuktan çıkacak kendimi serbest
bırakacaktım . Özgürlüğüm içinde bulunduğum mevcut durum içerisinde imkansız
görünüyordu. Kurduğum düzen öylesine tıkır tıkır işliyordu ki, “ben artık bu
Banu olmak istemiyorum, ben eş, anne, çalışan, evlat, o, bu, şu olmak istemiyorum,
içimde çok farklı bişeyler var, onun çıkması için fırsat vermek istiyorum”
desem insanlar aklımı oynattığımı sanabilirlerdi. Çünkü dışardan bakıldığından
herşey çok güzel hatta mükemmel görünüyordu. Ve ben bu mükemmellikle, içimde
dışarı çıkmak için çırpınıp duran, ruhumu bunaltan “Unab” arasında kafayı yemek
üzereydim. Unab Banu’nun tam aksiydi. Hiç de mükemmel değildi, evcil değildi,
tuhaf giyinmeyi seviyordu, akıllı uslu hiç değildi hatta anaç bile değildi.
Öylesine asi ve sıradandı ki Banu onun ortaya çıkabilme ihtimalinden bile
ürküyordu. Bu çelişkiler uzayıp gider, yıllar geçerken hayatımın olaylar ve
kayıplar silsilesinin ilk ayağı olan sevdiğim adamın kaybıyla her şey bir anda
alt üst oldu. Tam anlamıyla alt üst! Ben bir yandan yas süreciyle ve diğer
kayıplarımla mücadele ederken bir yandan da suçluluk duygumla ciddi bir savaş
halindeydim. Herşey benim suçumdu. Muhteşem giden herşeyi Unab bir şekilde
bozmuştu. O sıkılıp bunaldığı, ortaya çıkmak için yalvardığı için bunlar başıma
gelmişti. Tanrı beni cezalandırıyordu. Unab yakaladığı fırsattan kendine çıkış
yolları arayadursun, Banu da gitgide kan kaybediyordu. Yıllarca oluşturmak için
çabaladığı dış mükemmmelliği yavaş yavaş çatlaklar vermeye başlamış, Unab bu
çatlaklardan kendine büyük delikler açmıştı. Kendime iyice öfkelenir olmuştum.
En azından eski Banu, benim tarafından çok sevilip onaylanmasa da başkaları
tarafından onaylanıyor ve seviliyordu. Bu Unab’ın ise onaylanacağı meçhuldü,
hatta reddedilip dışlanacağına adım gibi emindim.
Şu an tüm bu iç dünyamda yaşadığım karmaşaya baktığımda, ne
başkaları için yaşayan Banu’yu ne de kendini ifade etmeye çalışan Unab’ı hiç
sevmediğimi farkediyorum . Aslında beni sevmeyen, onaylamayan, takdir etmeyen
sadece kendimdim. Ve tüm bunları benim adıma başkalarının, etrafımdaki insanların yapmasını istiyordum. Fakat
kendimi tanımadığımdan, başkalarını da tam olarak tanımıyor, onların nasıl bir
Banu istediklerine kendi doğrularımca karar veriyor, o doğrulara da uyamadığım
zaman kendimi , tarafımdan geliştirilmiş
sevgisizlik, yargı ve aşağılama taktikleriyle cezalandırıyordum. Tüm bunları
neden yapıyordum bilmiyorum, ama bu ceza işinde başarılı olduğum aşikardı. Hala
seviliyordum. Çok geniş bir çevrem vardı.Hayatıma çok güzel insanlar giriyor,
benimle vakit geçirmekten keyif alıyorlardı. Ama bu da bana yetmiyordu daha çok
sevilmeli, daha çok onaylanmalıydım. Sanki sevgi kasem hala boştu, kalbim hiç
sevilmemiş gibi ürkekti. Çok uzun süren mutsuzluk devreleri ve dışarıya hiç
yansımayan gizli depresyonlarımın ardından eğildiğim ruhani çalışmalar
neticesinde aslında onaylanma ve sevilme ihtiyacımın tek ve bir tek kişi
tarafından karşılanabileceğini öğrendim. KENDİM!!! Ben kendimi hiç sevmiyor ve
onaylamıyordum ki başkaları beni sevsin ve onaylasın. Ben kendimin hiç mi hiç
farkında değildim ki, başkaları farketsin.Artan farkındalığım neticesinde
kendime bakma çalışmalarımı sürdürdüm. Sonsuz huzur ve mutluluğun ilk adımı
olan kendini sevme çalışmalarına ilk o dönemlerde başladım. Çalışma derken
sanki kolay bir işmiş gibi düşünmeyin lütfen. Özsevgi çalışmaları ciddi emek ve
özveri isteyen bir iştir. Zaman ve adanmışlık gerektirir. Ve maalesef ki,
kanaatimce, bir ömür boyu sürer. Peki nedir bu kendini sevme meselesi Allah
aşkına? Tenimize dokunup cicileyecek miyiz? Yoksa kollarımızı kendimize dolayarak
aşkımızı ilan edip, hata yapınca başımızı mı sıvazlayacağız?
Tam olarak bu değil tabii ama çalışmalar içerisinde bu gibi
yöntemler de kullanabiliriz elbet. Bence öncelikle kendimizi sevmek ne demek
ona bir bakmalıyız. Kendimizi sevmek, tamamen olduğumuz gibi, her halimizle
kendimizi kabul etmek, her halimizi yeterli bulmak, doğrumuzla yanlışımızla tüm
duygu ve davranışlarımızı onaylamak, hatalarımıza kızsak bile affetmek, tüm
dünyada başka bir aynımız daha olmadığının bilincinde olup varoluşumuzla onur
duymak anlamına geliyor. Biraz karışık gibi görünse de kendini sevmek tamamen
kendin olup bundan da utanç duymamak ve kendin olmaya müsaade etmekten başka
bir şey değil aslında. Tamam da yöntem nedir diye sorabilirsiniz. Bence yol ve
yöntemler kişilerin kendilerini nasıl hissettikleriyle alakalıdır. Burada
açıklayacağım size hiç uymayan bir yöntem kendinizi iyi hissettirmek yerine
kötü hissettirebilir. Temelde işin özünü kavrarsanız kendi yönteminizi kendiniz
geliştirebilirsiniz, bulmuş olduğunuz o yöntem daha faydalı olacaktır.
İlk çalışma olarak ayna çalışması yaptım ben örneğin. Yani elime
bir ayna aldım ve tam gözlerimin içine baktım. Önceleri inanılmaz zorlandım.
Gözlerin derinliklerinde ruhları görebilirsiniz biliyorsunuz. Kendi ruhumla
karşılaşmak beni ürküttü biraz. Benim tarafımdan o kadar tenkit edilmiş,
uyarılmış ve affedilmemişti ki, sevgiye muhtaç ufacık masum bir kız çocuğu
gibiydi. Ona seni seviyorum demek beni fazlasıyla zorladı. Her sabah kalkıp
aynaya bakıp “seni seviyor ve onaylıyorum Banu. Sen olduğun halinle tam ve
mükemmelsin” diyordum. Yatmadan önce de yaptığım bu çalışmayla olumlamalarımı
pekiştiriyordum. Sabah kalkınca ve uykuya dalmadan önce olması bilinçaltına
gönderilen mesajların itiraz edilmeden kabul edilmesi içindir. Bilinçaltı
aptaldır, verdiğiniz komutları kabul eder. Ancak gün içerisinde meşgul
olduğundan kabul süreci gecikecektir. O nedenle uyku öncesi ve sonrası bu
çalışmaları yapmak süreci kısaltır. Yapmış olduğum olumlama çalışmaları başka
bir yazının konusu. Ancak öneminin altını yeterince çizebilmişimdir umarım.
Yıllarca bilinçaltımıza ne kadar yetersiz, değersiz, aptal ve çirkin olduğumuz
mesajını yüklediğimiz düşünülürse temizlenmesi de o kadar kolay olmayacaktır.
Eski kayıtları silip yerine yeni tohumlar ekmek bir süreç gerektirir ve bunun
içinde en önemlisi istikrar ve değişme arzusudur.
Olumlama çalışmalarınızı yaparken bir yandan da bedeninize
daha fazla özen gösterebilirsiniz mesela. Onu güzel yiyeceklerle besleyebilir,
uykusuna özen gösterebilir, masaj yapabilir ve kötü kullanımınıza rağmen size
vermiş olduğu maksimum hizmet için ona teşekkür edebilirsiniz. Her sabah örneğin
ben, duştan sonra vücudumu kremliyorum ve kremlerken de her uzvuma sıra
geldiğinde onlara teşekkür ediyorum. Mesela ayaklarımı ovalarken onlara “ bana
katlandığınız, hiç yorulmadan yollar katettiğiniz ve dans etmemi sağladığınız
için size teşekkür ederim” diyorum. Kulağa komik geliyor biliyorum ama ben
gerçekten bunu yapıyorum ve yaparken de kendimi çok iyi hissediyorum.
Tüm bu çalışmaları gerçekleştirirken keşfettiğim en güzel
çıkarım kendimle düşman değil dost olmam, kendime bir ebeveyn gibi davranmam
gerektiğidir. Dostlar birbirlerini incitmemeye çalışırlar. Hükmetmez,
aşağılamaz, kötülemezler. Destek olurlar, affedici olurlar, yargılamazlar.
Eleştireceklerse de yapıcı ve kırıcı olmayan bir biçimde eleştirirler. Dertleri
üzmek değil daha iyiye ilerletmektir.Ebeveynler keza çocuklarının sadece
iyiliklerini isterler. Ne kadar hata yaparsa yapsın onları affeder, yeniden
yollarına devam etmesi için teşvik ederler. Ruhen, bedenen ve zihnen
çocuklarını beslerler, eksiklerini tamamlamaları için fırsat yaratırlar. Kısaca
çocuklarının daha iyi bir versiyonunun yaratılmasına katkıda bulunmak için
ellerinden gelenin en iyisini yaparlar. İşte kendimize davranış biçimimiz de tamamen
böyle olmalıdır. Ben az çok bu yolda ilerliyorum. Kendimde eleştirecek bir yan
bulsam hemen şu soruyu yöneltiyorum. “Bunu yapan dostum olsa ona ne derdim?” Bu
bakış açısı bana o kadar güzel bir yol açtı ki, artık kendimi sakinleştirmeyi,
rahatlatmayı ve desteklemeyi çok daha iyi beceriyorum.
Peki ben benim arkadaşım olsam bana nasıl davranırdım? Aptallıklarımı
ve patavatsızlıklarımı gülerek dinlerdim mesela. Fazla kilolarımla dalga geçmek
yerine diyete teşvik ederdim. Ayrılıkla biten aşk maceralarımı empatiyle
dinler, eleştirmek yerine yargılamadan sarılır herşeyin yakında geçmişte
kalacağını hatırlatırdım. Ve en önemlisi de ona sevdiğimi söyler ne olursa
olsun benim için özel olduğunu belirterek onu rahatlatırdım. Yaşamımda tüm yol
boyunca kendime eşlik edecek tek kişi yine ben olduğuma göre kendimle dost olmak
hayrıma olacaktır.
Kendimizle kurulacak yeni dostluklarımızın şerefine...
Sevgiyle
0 yorum:
Yorum Gönder