Apartmandan çıktığında kendini bok gibi hissediyordu. Kelimenin tam anlamıyla bok, hatta bombok. Hislerine bir türlü anlam veremedi. Biraz önce adamın evinden ayrılırken ne kadar da şen şakraktı. Kapının eşiğinden yaptığı birkaç espiriye kikirdeyerek karşılık vermişti ama işte iki üç merdiven sonra huzursuzluk içini kara bir bulut gibi kaplayıvermişti.“Bence iki çeşit fil var” diye geçirdi aklından. “Biri şu National Geografic’de izlediğimiz kocaman sevimli yaratık, diğeri de şu an göğüs kafesimin üstünde oturan kocaman sevimsiz ağırlık!”
Evleri
çok yakındı, yürüyebilirdi ama yağmur yağıyordu. Tam taksi için elini
kaldırmıştı ki telefonunun o korkunç melodisi duyuldu. Melodiden ziyade bir
bilim kurgu filminin, uzaylı istila sahnesi geri plan müziği gibiydi. İlk
duyulduğunda gerçekten ürkütüyordu. Ayrıca patronunun arama melodisiyle sabah
alarmının melodisini de aynı yapmıştı. Her sabah patronu arıyormuş gibi
endişeyle uyanıyordu. Bunu kendine neden yaptığını düşündü. Belki de kendine
acı çektirmekten zevk alıyordu. Mazoşist miydi? Sanmıyordu ama yine de biraz
acı zevkli olabilir diye geçirdi içinden. Nihayet kocaman çantasındaki diğer
gereksiz herşeyi elleyip, debelendikten sonra
telefonuna ulaşmış ve beşinci çalışında açmayı başarmıştı.
“Alo?”
“Aşk
kraliçesiyle mi görüşüyorum?”
“Pek
sayılmaz!”
“Nedenmiş
o?”
“Kendimi
kraliçeden çok araba altında ezilmiş sümüklü böcek olarak tanımlardım”
“Aaa
neden ki o?”
“Off
ya klasik mevzu işte. Dün gece onda kaldım”
“Eee
ne var ki bunda?
“Ne
demek ne var? Sevişmeden önce 5 buluşma kuralını ihlal etmiş oldum!”
Yakın
arkadaşı telefonu kapatmadan önce “sevişmeden önce en az 5 buluşma kuralı”nın saçmalığı
hakkında mantıklı açıklamalarda bulunmuş, onu böcek gibi hissetmekten kurtarmak
için elinden gelen tüm şirinliği yapmıştı ama ne söylediyse nafileydi. Nedense
adamın tüm ilgisinin bu erken sevişme nedeniyle kaybolacağına inandırmıştı
kendini. Ve bu düşünce içini kemiriyordu.
Kendini
eve atıp su ısıtıcısının düğmesine bastı. Aktarın hazırladığı bitki çayı
karışımı iyi gelirdi belki kafa karışıklığına. Keşke geçen gün internette
gördüğü depresyon kazağından sipariş etseydi. Şu an o kazağa o kadar ihtiyacı
vardı ki. Kafası ve kolları dahil tüm uzuvlarını o kazağın içine saklamak
istiyordu. Belki de yatağa uzanıp kendini yorganın altına gömmeliydi. Aslında
boşuna endişeleniyor da olabilirdi. Belki de adam o kadar erken seviştiği için
onu yargılamazdı. Dünyadaki adaletsiz düzene lanet okudu. “Erkeklere eşitiz” diye
bas bas bağıran kadınlar geldi aklına. Yaptıkları ne beyhude bir çabaydı. Bir
kızla beşinci buluşmasında yattı diye hangi erkek kendini depresyon kazağına
gömmek isterdi ki Allah aşkına? Erkeni
bırak geç olduğunu bile düşünürdü adamlar. Aslında ona göre görür görmez bile
yatağa gidilebilirdi sonuçta bu bir sevgi paylaşım biçimiydi. O an
karşındakinden çok etkilenmişsen ve içine almak, ruhuna dokunmak istiyorsan kim
engel olabilirdi ki? Ama öyle değildi işte. En çağdaş görünen erkek bile eninde
sonunda kadınları sınıflandırıyordu ve erken sevişmenin bedeli “eğlenilecek
kız” damgasını yemekti. “Eğlenilecek kız” erkek tarafından hak edilen yeterli
ilgi ve sevgiyi hak edemeyecek kız anlamına gelmekteydi. Yani kız bir kere o yaftayı
yemişse, artık ağzıyla kuş tutsa, kırk takla atsa bile değer verilen kız
kategorisine giremezdi.
Yağmur
hala tüm yoğunluğuyla devam ediyordu . Evet emindi kesinlikle yağmurdan
hoşlanmıyordu. Zaten daralan içini iyice daraltıyordu. Kupasına önce sıcak suyu
koydu, bitkilerden bir tutam atsa yeterdi. Geçen sefer çok fazla koymuştu da
tüm akşamı uyuklayarak geçirmişti. Sadece rahatlamak istiyordu uyuklamak değil.
En sevdiği koltuğun en sevdiği köşesine kıvrıldı. Tüm gece yavaş yavaş gözünün
önünden geçmeye başladı.
Önceki akşam üzeri adam aramış buluşmak istediğini söylemişti. Tüm gün bu çağrıyı
beklediği için çok heyecanlanmamıştı ama adam onu evine davet edince işte
nefesi kesilmişti. Kapının çaldığı bahanesiyle telefonu apar topar kapatıp, hemen bir hışım onları tanıştıran arkadaşını
aradı. Adamın evine gitmek, hem de erken gitmek çok tehlikeli olabilirdi.
Aslında gitmeyi çok istiyordu ama onay almaya ihtiyacı vardı. Arkadaşı
telefonda içini rahatlatacak bişey söylememişti doğrusu. “Evdeki gidişat
tamamen senin tavırlarına bağlı” demişti. “Tabii ki adam üstüne atlayacak
değil. Sen eline koluna hakim olursan sıkıntı olmaz. Ama sana tavsiyem içki
içme. İçki içince kontrolü kaybediyorsun biliyorsun”. Evet biliyordu! İçki
içince kontrolü kaybedebiliyordu ve bu durum daha önceden de başına bela
açmıştı. Sonunda kararını verdi. Gidecekti ama içki teklifini reddedecekti ve
makul bir saatte evine dönecekti. O kadar zor olamazdı. Hem adamın yaşadığı evi
çok merak ediyordu. Birinin yaşadığı ev onu anlatırdı. Ve önüne gelmiş bu
hızlandırılmış tanıma fırsatını kaçırmak istemiyordu.
Taksi’de
sürekli içki içmemesi ve erken kalkması gerektiğini kendine telkin etti. Adam
kapıyı açtığında ise tüm telkinleri uçup gitmişti. Kapı kısa bir koridordan, sade
ama şık döşenmiş bir salona açılıyordu. İki kişilik romantik bir masa
hazırlamıştı. İki kadeh ve peynir tabağı yanında ufak tefek atıştırmalıklar. Bu
güzel sunum karşısında adam puan kazanmış ama kendisi kaybetmişti. Zira bu
masada oturup da soda içeceğini söyleyemezdi. Evi gözleriyle tararken bir
yandan da “ sadece bir kadeh içerim” diye geçirdi içinden. Adam her zamanki
sıcaklığıyla kendisini masaya davet etmiş ama gerginliğinin de nedenini sormayı
ihmal etmemişti. Nasıl gergin olmasındı ki? Bir kere etkilendiği adamın
evindeydi, yalnızlardı ve içki masasında oturuyordu. Şimdi bundan sonrası artık
ona kalmıştı. Tüm hünerini gösterip ustaca ikinci içki kadehini reddedip,
erkenden mekanı terketmeliydi.
Elbette
herşey planladığı gibi gitmiyordu. Konular birbirini kovalıyor, muhabbet iyice
derinleşiyordu. Bu arada neredeyse şişeyi bitirmiş ve ikinci şişeye başlamışlardı
ve saat çoktan gece yarısını geçmişti. Tuvalete gidip döndüğünde adamı masadan
kalkıp koltuğa oturmuş buldu. Kalbi çarpıyordu. İki kişilik koltuğa onun yanına
oturursa kişisel alanlarında bir yakınlaşma doğmuş olacaktı ve bu tehlike
sınırlarına bir adım daha yaklaşmak anlamına geliyordu. Başka bir koltuğa
oturmak ise komik bir hareket olacaktı. Komik olandansa tehlikeli olana
yönelmek her zaman daha çekiciydi ve gidip adamın uzun bacaklarının yanına
ilişti. Beş dakika geçmiş ya da geçmemişti ki aniden toparlandı ve “Ben
gidiyorum” diye tısladı. Adam şaşırmıştı fakat sakince “Bu gece kal istersen,
istemediğin hiçbir şey olmaz merak etme” dedi. “Çok içtik ve bu saatte seni eve
bırakmaya çok üşeniyorum.” Bu sevimli itiraf karşısında bu kez şaşırma sırası
ondaydı. Birkaç saniye kafasında muhakeme yaptı ve kalmaya karar verdi. Vermiş
olduğu karardan sonra da artık daha fazla sorgulamanın doğru olamayacağını
düşündü. Neticede almış olduğu bir karar vardı ve artık endişelerle kafasını
şişirip bu anı mahvetmenin anlamı yoktu. Adam eline kendisine kocaman gelecek bir tişört tutuşturdu.
Sonra da elinden tutup odasına götürdü. Yatağa uzandıklarında hala çok
endişeliydi. Kendini korumaya alması gerektiğini hissediyordu ama o kadar
savunmasız bir pozisyondaydı ki. Kuzu kuzu bir adamın yatağına girmişti, şimdi
de kendini korumaya çalışıyordu. O an hiçbirşey söylemeden kaçmak iyi bir
fikirmiş gibi göründü. Öylece eşyalarını toplayıp kaçmak. Fakat bunu yaparsa
adam onun deli olduğunu düşünecekti. Zaten herkes onun deli olduğunu
düşünüyordu. Henüz bu yönünün açıkça ortaya dökülmesine hazır değildi. Derin
bir nefes aldı ve içgüdüsel olarak sırtını adama döndü. Adam da son derece
sıcak bir şekilde gelip sırtından ona sarıldı. Sıcak nefesini yoğun bir şekilde
hissediyordu. Adam sarılmanın dışında hiç bir harekette bulunmadı. Sadece
birkaç saniye sonra uzanıp yanağına bir öpücük kondurdu. Bu davranıştan çok etkilenmişti.
Resmen acele etmiyor, onun istemediği bir şey yapmak için ısrar etmiyordu. Bu
olgun davranış neticesinde gözleri doldu. Yıllarca saçma sapan ilişkilere
girmiş, aptal heriflerle takılmıştı. Bazen hiç istemediği halde adamların ısrarlarına
dayanamayıp yataklarına girdiği bile olmuştu. Bu anılarını tiksintiyle
hatırladı. Şimdi bu adamın yanında tek hissettiği şey huzurdu. Ve keyfini
çıkarmaya karar vermişti. Birkaç dakika sonra her ikisi de kendilerini uykunun karşı
konulmaz gücüne teslim ettiler.
Sabah
uyandığında bir çift kolun boğazının etrafından dolanıp vücudunu ahtapot gibi
sardığını farketti. Kolları yavaşça yatağa bırakıp, parmak ucunda yüzünü
yıkamak üzere banyoya gitti. Makyajını çıkaramadığından rimeli akmış tüm yüzüne
yayılmıştı. Kıvırcık saçları tepesine toplanmıştı ve kocaman tişörtüyle küçük
bir varil gibi görünüyordu. Aynadaki aksine dil çıkardı. Diş fırçalarıının
arasından kendisininkini aradı. “Benim diş fırçam hangisi acaba?” diye aklından
geçirince yüzünü bir gülümseme kapladı. Adamla tanışalı daha iki hafta olmuştu
ve evinde şimdiden bir diş fırçası vardı ve bu durum onu keyiflendirmişti. Dün
tişört verdikten sonra bir de diş fırçası temin etmişti ısrarlarına
dayanamayıp. Fırçaladıktan sonra özenle adamınkinin yanına koydu. Fırçaları yan
yana dursun istiyordu, bunu çok romantik bulmuştu.
Yine
parmak ucunda salona gitti. Evi ilk kez alıcı gözle inceliyordu. Adamın ince
zevkinden gerçekten çok etkilenmişti. Herşey inanılmaz düzenliydi. Hatta fazla
düzenli! “Bu eve sürekli kadın geliyordur” diye geçirdi içinden, “zira bu kadar
düzenli ve temiz olması mümkün değil”. Kütüphanede bir sürü kitap vardı. Çok
garipti sanki kendi kütüphanesine bakıyordu. Kitapları neredeyse birbirinin
aynıydı. Bu durum yine istemsiz gülümsemesine yol açmıştı. Kitap zevkleri bile
uyumluydu. Birlikteyken çok eğleniyorlardı, Espiri anlayışları kesinlikle
birbirini tutuyordu. Daha ne olsundu? Bu adam kesinlikle ideal sevgili
adayıydı. Etrafa göz gezdirmeye devam ederken dün birlikte oturdukları ikili
koltuğa resmen kendini bıraktı. Hala sabahın 7’siydi ve çok uykusu vardı. Ve o
yatağa geri dönemezdi. Ama çekip de gidemezdi çünkü bu çok büyük bir
saygısızlık olurdu. Salonda kalıp uyanmasını beklemeye karar verdi. Bu arada
eline bir kitap alıp, kahve içerdi belki. Sessiz olmaya çalışarak kahveyi aramaya başladı Olduğundan emindi dün
koltukta otuturken içmek isteyip istemediğini sormuştu. Tüm çekmeceleri açıyor,
dolap kapaklarını kapatıyor ama lanet kahveyi bulamıyordu. Hızlandığında kontolü
kaybetmişti ve açtığı son kapak büyük bir gürültüyle kapandı. Uyandırmadığını
umarak dişlerini sıktı ama çok geçti. Koridordan sürünen ayak sesleri geliyodu.
Adam karmakarışık olmuş saçları, uykulu gözleri, çıplak göğsüyle karşısında duruyordu.
Yutkundu. Kollarına atmamak için kendini zor tuttu.
“Ne
arıyorsun?” dedi adam şaşkınlıkla
“Kahve” diye masumca cevap verdi.
Adam
yarım ağız gülümseyi bir dolabın kapağını açıp arkalardan kahve kutusunu
çıkardı.
“Bayağı
gerideymiş, benim boyum yetmezdi” dedi kadın.
Adam
yine gülümseyip yüzüne dökülmüş saçlarını elleriyle arkaya doğru toparlayarak koridora
yöneldi ve kendini yatağa tekrar yatağa bıraktı. Kadın sessizce adamın ayak
seslerini dinliyordu. Banyoya mı gitmişti? “Hayır” Basbayağı yatağa tekrar
dönmüştü ve durum çok kışkırtıcıydı. Adamın bu ilgisizliği kadının ilgisini
arttırıyordu ve yatağa gitmemek için kendini gerçekten zor tutuyordu. En
sonunda egosuna yenildi. Onu kandırmayı başaran zihni sayesinde kendini
koridordan geçip yatağa doğru yönlenirken buldu.
İlk
sevişmeleri olmasına rağmen ateşli ve duygu doluydu. Tenine dokunmaktan, tenine
dokunulmasından çok keyif almıştı. Sonra adam “Sen yatakta kal ben sana kahvaltı
hazırlayım” diyerek birkaç puan daha alıp hanesine kazıdı. Kalktığında güzel
hazırlanmış bir kahvaltı sofrası onu bekliyordu. Masada gözgöze gelmekten çekiniyorlardı
ama yine de güzel sohbetin ardı arkası kesilmemişti. “Konuşacak bu kadar çok
konuyu nerden buluyorlardı?” “Mükemmel uyum bu olsa gerek” diye geçirdi
içinden. Sonra kapıda kikirdeşip ayrılmışlardı ve hikayenin gerisi ortadaydı.
Şimdi evdeydi ve bir depresyon kazağına ihtiyacı vardı hem de Haziran ayında!
Harika bir gecenin ardından bu kadar kötü hissetmek hiç adil değildi.
Koltukta
yarı uyuklar vaziyette düşünceleriyle cebelleşirken tekrar telefonu çaldı.
“Düşündüm
de 5 buluşma kuralını ihlal etmedin sen!” dedi telefondaki ses.
Yakın
arkadaşı konuşmaya hep böyle ortasından girerdi o nedenle alışkındı. Sakince “Ne
demek istiyorsun?” diye sordu.
“Bak
şimdi. 4. buluşmanızı bu adamın evinde geçirdiniz değil mi?”
“Evet?”
“Ve o geceyi seks yapmadan geçirdiniz”
“Evet?”
“Yani
ertesi gün seviştiniz”
“Ay
evet öff.”
“O
halde rahatlayabilirsin. Teknik olarak 5. buluşmada yattınız 4.’de değil! Bu
duruda kural ihlali yapmamış oluyorsun”
Birden
dakikalar gibi gelen bir sessizlik oldu ve sonra ikisi de kahkahayı
patlattılar. Hatta öyle ki telefon elinden düşmüştü ve hala gülüyorlardı.
Kapattıktan
sonra telefonu koltuğun üzerine bıraktı. Elinde kupası pencereden baktığında,
zamansız yağan yağmurun yeni silinmiş camını nasıl da kirlettiğini düşündü. Haziranin
ortasında yağarak, iki gündür ilgilenmediği sardunyalarını onun yerine sulamış,
yaşadığı bozkırı yemyeşil yapmış ve ılık havasıyla etrafındaki herşeyi
yumuşatmıştı ama az önce taksiden inip eve girene kadar da onu baştan aşağı
ıslatmıştı. Sessizce yüzünü buruşturdu. Ve birden tuhaf birşey oldu. Kapalı
hava artık kötü hissettirmiyordu. Hatta içini daralttığını sandığı yağmuru
artık belki sevmeye bile başlamıştı. Bu ani duygu değişikliğine anlam veremedi
fakat sonra bir kez daha hatırladı ki;
yaşam sadece kişi, olay ve "an"a nereden baktığından ibaretti. Hayat
güzeldi, egosuna ve tüm zihin oyunlarına rağmen!